Sayfalar

29 Ocak 2013 Salı

KIRMIZI ORMAN/NİLAY ŞANLI

KIRMIZI ORMAN
Kırmızı Orman


Arkadaşım Badem Ağacı:                  

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek kara kış…
Açarsın çiçeklerini…
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz…
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni kara sevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım.

Nilay Şanlı’nın ilk kitabı Kırmızı Orman elimde. Antalyaface’in kurucusu sevgili arkadaşım Fulya Sarman’ın önerisiyle bir çırpıda okuyup, bitirdiğim Kırmızı Orman’ı çok beğendim. Kimi sayfada kendimi, kimi sayfalarda arkadaşlarımı buldum. Karakterler ve olaylar öyle güzel anlatılmış tanımlamalar öyle güzel yapılmış ki kitabı elinizden bırakmadan bir çırpıda okuyup bitirmek istiyorsunuz. Yazar günümüz olaylarını, kadınsal sorunları polisiye bir kurguyla anlatınca daha heyecanla kitaba sarılıyorsunuz. Kitabı okurken zaman zaman bu öyküden iyi bir dizi ya da iyi bir film senaryosu çıkar diye düşünüyorum.
Kitap nefis örülmüş bir kız arkadaş ilişkisi üzerine kuruluyor. Yıkıcı olaylara rağmen köklü olduğu için vazgeçilmeyen arkadaşların başından geçen, hepimizin çok tanık olduğu olaylar... Duygu, Cansu, Aslı ve yanlarından gelip geçen yan karakterlerle örülü bir öykü. Duygu psikolog, Cansu turizmci, Aslı mimar. Üniversite yıllarında başlayan ve devam eden dostlukları, aşkları, işleri… Cansu ve Duygu birbirlerinden çok farklı olsalar bile iki genç kızın olgun kadınlara dönüşme yolundaki çalkantılı yaşantıları birbirlerini vazgeçilmez kılıyor yazarın deyimiyle…
Cansu hayat dolu, yaşamayı seven bir kız. Anının güzel ve eğlenceli geçmesini umursayan, hatta bu yüzden ağır vicdan çatışmasına giren biri.
Aslı, 29 yaşında ailesiyle yaşayan, biraz içine kapanık ama oldukça yaratıcı, yetenekli bir genç kız. Tek sosyal hayatı Duygu ve Cansu ile dışarı çıkmak. Ta ki aşk kapısını çalana kadar…
Karanlık sokaklardan bir adam sevdin,
Aynada yanılsaması bile yalan olan.
Dönecek misin diye sorduğunda,
“Belki…”dedi giderken sana.
Şimdi korkuyor bir şans daha istemeye,
“Belki…” dersin diye.
Duygu hastalarıyla uğraşan bir psikolog. Kendi yaralarını seviyor; kendi de dahil kimseyi yaralarına dokundurtmuyor. Oysa kediler bile yaralarını iyileştirmek için yalamazlar mı?

Kitabı okurken altını çizdiğim, çok beğendiğim, düşünüp kaldığım yerlere gelince:
…Onun çekiciliğine karşın senin sönüklüğünü bile umursamazsın, sevilmek beğenilmek istersin. Bazen düşler gerçek olur bazen olmaz ama mutlaka derin izler bırakarak çıkar hayatından…
…birbirlerine sarılıp yürürken havada asılı duran sorulara çarpmadan, dokunmadan geçip gidiyorlardı gecenin karanlığında. Bunların hiçbir önemi yoktu…
…Acımasız bir düzen var. Minicik rolünle sen bu düzene yapışıp kopmamaya çalışırsın, onun sana değil senin ona ihtiyacın vardır. Büyük bir tiyatro sahnesinde başrolün olmadığı milyonlarca figüranın daha iyi konumlara gelebilme çabasında hikayenin özünü kaçırdıkları, sık sık hatalar yaptıkları ama bu hatalardan ders almadıkları aynı gösteri yıllarca oynanır sahnede. Rolünü çok önemseyenler aslında bu rolün sandıkları kadar bir değeri olmadığını görürler bir gün. İşte hayatlarını boşa geçirdiklerini anladıkları an bu andır. Ruhlarında hırsı barındırmayanlar günün tadını çıkarabilenlerdir, perde kapanana kadar…
…hislerini kapının önündeki paspasın altına sakladı ve içeri girdi. Nasıl olsa yarın saklandıkları yerden çıkarlardı. Şu an tek ihtiyacı hissizlikti…
Dışarıdan kimsenin göremeyeceği ince ve sıcak bir yol çizmişti içinde, bu sıcak yol, üşüdüğünden yeni haberdar olan ruhunun vazgeçilmezi olmuştu daha ilk yolculukta…
Sevdiğimiz insanları neden hep erteliyoruz diye düşündü Duygu. Sıradanlaşmış yorgunluklarımıza ezbere molalar vererek asıl yaşanması gerekenleri süresiz erteleme eğilimi nerden geliyordu acaba?
…en derin acılarda bile beyin bir süre can çekiştikten sonra mola vermek için kısa bir anlığına bile olsa unutuveriyordu acısını…
En kötü olaylar bile bazen mutlulukları beraberinde getiriyordu. Hayat akıl alır gibi değildi…
Bu gece gel, yarın istersen yine git.
Hatta unut ne varsa verdiğim al götür öyle git.
Eve kokun siner, duvarlara sesin.
Hatta unut; sen dün gece nerdeydin, kimle seviştin.
Son söz şiddetle tavsiye ediyorum Kırmızı Orman kitabını. Nilay Şanlı’nın eline sağlık diyorum… Sevgiyle…
Kırmızı Orman - Nilay Şanlı - Roza Yayınları, Ekim 2012, İstanbul




28 Ocak 2013 Pazartesi

ERCİYES

UZAKLAŞTIKÇA YAKINLAŞAN, YAKINLAŞTIKÇA UZAKLAŞAN DAĞ: ERCİYES


              “The Words” filmini izlerken bu yıl sürekli düşündüğüm noktadayım. Yaşadıklarımız seçtiğimiz kelimelerden ibaret. Kelimeler kelimeleri kovalıyor, kovalanan kelimeler hikayemizi oluşturuyor. Seçtiğimiz her kelime başka başka yaşamların kapılarını açıyor. Her an yeni bir kelime beliriyor yaşamımızda. Ne geçmiş ne gelecek aradığımız yalnızca bu ana ait olan bir sihirli kelime… 2013’ün hepimize unutulmayacak anlar yaşatmasını diliyorum…

Biz ailecek anların önemindeyiz ve yılbaşı için alternatif bir tatil ararken Erciyes’e gitmek aklımıza geldi. Kayak tatili ve yılbaşı… Ne kadar iyi bir karar verdiğimizi buraya gelince daha iyi anladık.
Erciyes Kayak merkezi çok düzenli. Hatta Türkiye’de bugüne kadar gittiğim pistlerin ve merkezlerin en iyisi. Düzen delisi olan benim için bu önemli bir nokta. Uluslararası Kayak Federasyonu, FIS kurallarına ve standartlarına uygun farklı zorluk derecelerinde pistler mevcut. Kayak takımlarınızı getirmenize gerek yok, zira kiralamak sadece 15 TL. Biz bunları daha önce bilmediğimiz için kayak takımlarımızı getirdik. Mola verebileceğiniz cafeler keyifli. Tüm gün dağ sizi çağırıyor ve adrenalin dozu tavan yapıyor. Buranın bakımlı ve yüksek standartlarda olması için verilen uğraş alkışa değer bence. Hacılar Kapı, Hisarcık Kapı ve Tekir olmak üzere üç farklı giriş noktasından kayak merkezine giriş yapılabiliyor. Eşim ve kıztoşum tüm zor parkurları keşfettiler. Ben sadece Tekir Kapı girişinde kaydım. Zaten en hareketli nokta burası. Karnımız acıktığında meşhur Kayseri sucuklarını yedik bol bol. Buraya kadar gelip de mantı ve sucuksuz gün geçirmek olmazdı çünkü. Zaten o kadar yorucu bir spor ki kalorileri kafaya takmıyorsunuz.

Biz akşamları dağa takılmadık. Akşam yemeği için Ürgüp’e gittik. O kadar kaymanın üstüne, evet, yorucu ama değer. O mistik, tarihi mekanlar dağın olmazsa olmazı gibi geldi bana. Sevgiliyle içilen ev yapımı şaraplar çok keyif verici. Dağın öyküsünü okurken, volkanik patlamaların etkisiyle oluşan küllerin, Hasan Dağı ve Kapadokya bölgesindeki jeolojik yapıyı ve peri bacalarını oluşturduğunu öğrendim. Yani aslında Erciyes’in küllerinden doğan buralar benim romantik yanımı besledi diyebilirim. Peki, bu dağın tarihini merak edip okursak:

Adını Roma İmparatorluğu zamanında eski Yunanca “Argaeos” kelimesinden alan Erciyes Dağı Kayseri’nin 20 km güneyinde bulunan ve bir rivayete göre 50 milyon yıldan beri bölgeyi etkisi altına alan Türkiye’nin en güzel ve görkemli dağlarından biri. 3.917m. yüksekliği ile her mevsim karla kaplı bir kilometre uzunluğunda dağ buzulu mevcut bu dağda. Ayrıca dağın zirvesinde bulunan, Bizans rahiplerinin inzivaya çekildiği mağaralar ve tapınaklar kötü hava şartlarında hala dağcılar için sığınak oluyormuş. Dağ ilahi bir dağ bunu kayarken hissediyorsunuz. Boşuna değil inzivaya çekilmek için seçilmiş olması. Kayseri’nin MÖ 4000’lere uzanan tarihi içerisinde hüküm süren Hitit, Frig, Pers, Kapadokya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları’nın tamamında Erciyes şehrin ve bölgenin sembolü olmuş. Hatta Arkaik dönemde Anadolu’daki Olimpos olarak tabiatüstü hüviyetiyle şöhret bulan dağın halk açısından önemi Roma döneminde basılan tüm paralara dahi yansımış.

Bu kadar tarihi bilgiden sonra bize dönüyorum. İkinci gün öğlen yemeği molasında Hacılar Kapı’dan Gondol’a binip dünyanın en yüksek Cafe Restaurant sloganıyla hizmet veren Lifos Cafe’ye çıkıyoruz. Zirvede beyazın mucizesiyle yer ve gök bir, tüm dilekleriniz geçiyor kalbinizden. Huzur verici, ilahi duygularla sarhoş oluyorsunuz. Kayseri manzarasını seyrederken yine şükrediyorsunuz bu anı kaydedebildiğiniz için. Arınıyorsunuz adeta. Nefis bir atmosfer…

Ailecek hem kayak tatili yapabileceğiniz hem de mistik duygular içinde olabileceğiniz Erciyes’e hemen plan yapın derim. Şubat tatilini bahane edip gelin tecrübe edin bu muhteşem dağı. Her şey gönlünüzce olsun…

-Antalyaface dergisi Ocak sayısı seyahat yazısı- 

27 Ocak 2013 Pazar

Ateş, bir kez yanmağa başlayınca, senin denetiminden çıkar gibi olur- ama, unutmamalısın ki, kendi haline bırakılan ateş, gerçi, koşullar uygunsa, harlar; ama, kısa zamanda, yakabileceklerini yakarak, tükenme sürecine girer: Ateşin ilk niteliği yayılmaksa, son niteliği de, tükenmektir.
Bu yüzden, ateşini ‘beslemen’ gerekir: tam zamanında, tam yerine, yeni yanacak odunlar koyman; belirli bir yanı tükenmeye yüz tutmuş odunları birbirine göre çevirmen; yanamayarak tütmeye başlamış odunları yanabilecekleri bir konuma getirmen- bir sürü düzenleme, ayarlama…
Ateşini kendi haline bırakamazsın- bırakırsan, tükenip söner…
Ateşinden sorumlusun.
Ateşindeki odunlardan sonuncusu ötekilerden çok daha iri; yanması daha zor bir odun olursa- elinde de ateşi besleyecek daha küçük ve inceleri kalmışsa- ötekiler tükenip parçalanan korlara dönüşürken, o, katılığını inatla koruyacak- ve tabii, artık onu harlayacak ısıyı sağlayamayan korların üstünde, tütüp duracaktır- odanda da göz gözü görmez hale gelecektir…
Bu durumda elinden hiçbir şey gelmez(birkaç çıra feda etmen bile faydasızdır)-
Ateş yakanın da durumu, zordur, bazen: en sonunda…                                  


Oruç Aruoba

1 Ocak 2013 Salı

2013'e girerken...



İlk kural der ki:
Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir.
Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz.
Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır,
ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.


İkinci kural der ki:
“Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır.
Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi.
Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz.
‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur.
Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye.
Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de,
hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”


Üçüncü kural der ki:
 İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır.
Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç.
Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.


Dördüncü kural der ki:
“Bitmiş olan bir şey bitmiştir.
Bu kadar basittir.
Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder.
Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.”


Kendine iyi bak. Tüm kalbinle sev. Sonuna kadar hayatın tadını çıkar. Hayatındaki her gün bir hediyedir, kıymetini bil.
 İYİ SENELER