Sayfalar

30 Ekim 2012 Salı

BERLİN DUVARINA GECEKONDU YAPAN TÜRK

Şimdi yazacaklarımı daha önce bir yerlerde okudunuz mu bilmiyorum ama acayip bir olay. Öykü ilginç, yapı ilginç, şehir ilginç. Buyrun;
Onunki bir tür Soğuk Savaş ganimeti... 1925’te Yozgat’ın bir köyünde dünyaya gelen Osman Kalın’ın Berlin’in bir duvarla iki parçaya bölündüğü vakitlerde, 1983’te duvarın hemen dibindeki küçük alanı çöpten temizledikten sonra etrafını çevirip kendisine ev ve bahçe kondurduğu alan. O vakitler Doğu Almanya tarafında olan alan, esasen Batı Almanya’ya aitmiş. Ancak duvar inşa edilirken birtakım mühendislik hesaplamalarından dolayı, Batı Almanya, Kalın’ın sonradan el koyduğu alanı, bilerek isteyerek öbür tarafa bırakmış.


Bu ev çok ilginç, adeta bir çöp ev. Adına ağaç ev demişler ama ağaç ev değil bence. Somya yatakların demirinden bahçe çiti yapılmış. Atık malzemelerden derme çatma yapılmış ev fenomen olmuş. Mesela masayı götürmesinler diye masa ayakları çimento ile sabitlenmiş. Çocuk bahçesi bile yapmış torunları için. Şimdi kullanılmayan soba boruları var mesela duvarda. Ağaçları kesmemiş, evin içinden ağaç geçiyor. Kalın, bahçeye dönüştürdüğü alanda lahanalar, vişne ağaçları, asmalar yetiştirmiş.



350 metrekarelik alan 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışına tanık olan ya da Soğuk Savaş izlerinin peşinde dolanan çok sayıda turistin de uğrak noktası olmuş.
Kalın’ın arazisi vaktiyle Batı Berlin’den gelen askerlerin müdahalesiyle karşılaşmış. Önce sınır nöbetçileri gelip bahçeyi yıkmak istemiş, Kalın buranın kendisine Tanrı vergisi olduğunu söylemiş ve kürekle onları kovalamış.  İki hafta sonra kalaşnikoflarıyla iki asker gelmiş. Kalın’ın ajan olabileceğinden şüphelenmişler, sonunda çitin duvarın boyunu aşmaması gerektiği konusunda uyarıp gitmişler. Hemen yanındaki kilisenin papazı Osman Kalın’ı korumuş vaktiyle.
Şimdi biz burayı gezerken bunu Türk’ten başkası yapmaz diye yorum yaptık. Hatta ben Karadenizli bir müteahhittir diye yorum yaptım. Olaya, eve güldük. Yapı akıllara zarar bir yer. Türkiye için çok doğal belki ama Berlin için absürd bir yapı. Kanun ve kuralların açığını görür benim vatandaşım!.. Bu yapıyı başka hiçbir milletten adam yapamaz. Tabii kilise arkasında olunca daha da güçlenmiş.
Şu Çılgın Türkler Turgut Özakman’a selam olsun… Çok yoruma hacet yok, yolunuz Berlin’e düşerse lütfen bu post modern yapı harikasını görün, gülün, düşünün derim. Sevgiyle…

29 Ekim 2012 Pazartesi

SONBAHARDA BERLİN


Uzun bayram tatilini bahane edip hızlıca Berlin’e gitmeye karar verdik. İşte biz de bayramları tatil gibi algılayıp şehirden kaçanlar kervanındayız. Hızlıca biletlerimizi ayarladık. Son dakika bir apart tuttuk ve kızım, eşim ve ben soluğu Berlin’de aldık. Berlin Tegel havaalanına indik. Elimizdeki valizlerimiz küçük olduğu için toplu ulaşım araçlarıyla kalacağımız yere gitmeye karar verdik ve tam isabet. Ulaşım çok rahat ve konforlu. Tegel havaalanından Mitte bölgesine gitmek için 128 nolu otobüse binip, Osloer Str.’ye kadar gidip orada metroya biniyoruz. Birkaç durak sonra otelimize varıyoruz. Kişi başı tek yön bilet 2.40 euro, çocuklar 1.50. Günlük bilet almak avantajlı, 24 saat geçerli günlük bilet 6.50 euro. Biletinizi soran yok ama biletsiz yolculuk yaptığınız ya da biletinizi okutmadığınız takdirde cezası 60 euro. Metro’da çok ilginç olan bir şey de, bilet alınan otomatik makinalarda Türkçe dil seçeneğinin olması. Zira Türkiye’den sonra en çok Türk yaşayan bir şehir Berlin…
 Raja Jooseppi
Bizim kalacağımız yer Raja Jooseppi adında bir apart www.raja-jooseppi.de  Bernauer Str. de, metro U8 lacivert hatta. Adresi Brunnenstr. 44, Mitte. Berlin 10115. Çok kolay buluyoruz. Nefis bir penthouse, Ikea tarzı döşenmiş. İhtiyacımız olan her şey mevcut. Semtin entelektüel seviyesi yüksek. Her yere ulaşım kolay. Zaten bu şehirde şurada merkezde kalın diye bir durum yok. Zira Belin duvarı yüzünden şehir adeta iki şehir. Her yer görülmeye değer ve her semtte bir olay mevcut. Yani bazı şehirler gibi ulaşım kullanmadan yapılabilecek bir şehir değil. Bazı şehirleri yürüyerek halledebilirsiniz ama bu şehir kocaman bir şehir.




Apartımıza yerleşiyoruz ve hemen kendimizi Wittenbergplatz (U2, U1, U3) durağında bulunan KaDeWe (Kaufhaus des Westens) mağazasına atıyoruz. Şu andaki durumu ile Almanya genelinde 90 Karstadt şubesi bulunan şirketin en büyük şubesi Berlin'de 60.000 metrekare büyüklüğünde KaDeWe ile Berlin'de, en küçük şubesi ise 3.100 m² büyüklüğünde olarak Wismar'da bulunuyormuş.




Berlin’e önceden gelen tüm arkadaşlarım mutlaka gitmelisin, Berlin’in simgesi dediler. Hatta bazı arkadaşlarım sadece KaDeWe’ye git bile dediler o yüzden soluğu orada aldık. Metrodan iner inmez mağaza karşımızda. 7 katlı bir bina. Binlerce marka ve ürün mevcut. Bence 6. ve 7. kat konsepti farklı ve güzel. Yoksa üzgünüm arkadaşlarıma katılmam mümkün değil, yoksa Berlin’e haksızlık etmiş olurum. Bunca öyküyü barındıran bu güzelim şehir sadece KaDeWe olamaz. Londra’da da Harrolds var, başka şehirlerde başka benzeri mağazalar. Ama 6. ve 7. katta yapılışını görerek aldığınız muazzam lezzetler mevcut. Özellikle deniz ürünleri mükemmel. İçkiler ve çikolatalar alınmalık. Hemen Türkiye için ve burada kaldığımız sürede yemek için bir şeyler alıyoruz. Sonra karnımızı doyuruyoruz. Ne yediğimize karar vermemiz epey güç oluyor, zira her şey albenili. Resmen semirir bir vaziyette artık kapanış anons edilirken ayrılıyoruz KadeWe’den…
Yarın erkenden Sebahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sını arayacağım Berlin sokaklarında, daha çok Batı kısmında geçtiğini düşündüğüm Berlin "Sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
"Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
"Ne gibi?"
"Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki..."
"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."
"Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "Hasta bir köpek kadar yalnız..."
Sevgili babamın en sevdiği kitabın izlerini bulmaya, iyi geceler…
                                                   25.Ekim.2012/ Berlin

14 Eylül 2012 Cuma

MUHTEŞEM YÜZYIL 3-NURBANU SULTAN

                               MUHTEŞEM YÜZYIL 3-NURBANU SULTAN
Geldik bir dizi sezonunun daha başına. Yeni diziler başlarken, müptelası olduğumuz diziler de yeni sezonlarına başlıyorlar. Sanırım siz de benim gibi Muhteşem Yüzyıl’ın yeni sezonunu merakla bekliyorsunuz.
Muhteşem Yüzyıl!

5 Eylül 2012 Çarşamba

49. ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİ -ADAYLAR-

                            49. ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİ
                                               -ADAYLAR-
                          Altın Koza heyecanından sonra Altın Portakal Film Festivali’nin adaylarının açıklanmasıyla heyecanımız ikiye katlandı. 11 filmin yarıştığı 49. Altın Portakal’da ulusal film yarışmasında jüri başkanı ise Hülya Avşar. Diğer jüri üyeleri ise Mine Kırıkkanat (yazar), Erdil Yaşaroğlu (karikatürist, mizah yazarı), Sümer Tilmaç (oyuncu), Levent Kazak (senarist), Prof. Dr. Gülseren Güçhan (akademisyen), Uğur İçbak (görüntü yönetmeni), Ayşegül Aldinç (müzisyen, oyuncu), Pelinsu Pir (oyuncu, stand-up sanatçısı), Tunca Arslan (SİYAD Başkanı, sinema yazarı) ve Selçuk Yöntem (oyuncu).
                          “Fatmagül’ün Suçu Ne?”, “Salkım Hanım’ın Taneleri”, “72. Koğuş” gibi filmlerde yer alan Hülya Avşar’ı şu sıralar “Yetenek Sizsiniz Türkiye” ve “O Ses Türkiye” gibi yarışmalarda jüri üyesi olarak izliyoruz. Avşar, aynı zamanda Okan Bayülgen ve Hıncal Uluç ile kısa filmlerin yarıştığı “Seç Bakalım” adlı yarışmada jüri üyeliği yapmıştı.
Hülya Avşar

                          İşte 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışacak filmler:
*Derin Düşün-ce (Yönetmen Çağatay Tosun)
“Vali” filminin ve “Suskunlar” dizisinin yönetmeni Çağatay Tosun’un yeni yapımı “Derin Düşün-ce”, Derin adlı bir kızın annesinin intiharından sonra babasına sığınmasını anlatıyor. Filmde Mehmet Birkiye, Berrak Kuş, Hakan Gerçek ve Yaren Aynuz (Derin) yer alıyor.
Derin Düşün-ce

*Elveda Katya (Yön. Ahmet Sönmez)
Film, Karadenizli bir aile babasının 20 yıl önce bir Rus ile yaşadığı yasak ilişki sonucu doğan kızıyla yüzleşmesini anlatıyor. Başrollerde Kadir İnanır, Caner Cindoruk, Rüçhan Çalışkur, Belgin Erdoğan ve Anna Andrusenko (Katya) yer alıyor.
*Evdeki Yabancılar (Yön. Dilek Keser, Ulaş Güneş Kacargil)
Film, mübadele sırasında Yunanistan’a göçen ve daha sonra torunu ile evine geri dönen 80 yaşındaki bir kadının hikayesini anlatıyor. Evine geri döner dönmesine; fakat artık burada başka biri yaşamaktadır. Üçü bir müddet birlikte yaşamak zorundadırlar. Başrollerde Melpo Zarokova, Romy Vasiliadis ve Fatih Al yer alıyor.
*Güzelliğin On Par’ Etmez (Yön. Hüseyin Tabak)
12 yaşındaki Veysel, ailesiyle Viyana’ya yerleşir. Burada ilk aşkıyla tanışmasıyla olaylar gelişir. Benim de yolumun düştüğü Karlovy Vary Film Festivali’nde “Your Beauty is Worth Nothing/Güzelliğin On Par’ Etmez” yarıştı.
Deine Schönheit ist nichts wert.../Your Beauty Is Worth Nothing.../Güzelliğin On Par' Etmez...

*Hile Yolu (Yön. Ersin Kana)
Hile Yolu, 2007 yılında gerçekleşen Hrant Dink cinayetini anlatıyor. Festivalin temasına-“Mizah, Demokrasi ve Muhalefet”- uyan bir yapım diye düşünüyorum. Suskunluğu bozmaya gelir umarım.
*Kuma (Yön. Umut Dağ)
Türkiye’nin kırsal bölgesinde Fatma’nın oğlu Osman ile evlenen Ayşe’nin, Viyana’ya gelmesiyle işler değişir. Fatma’nın eşi Mustafa’nın kuması haline gelir.
Berlin Film Festivali’nde yarışan filmde Nihal Koldaş, Begüm Akkaya, Vedat Erincin, Murathan Muslu’yu izliyoruz.

*Küf (Yön. Ali Aydın)
Venedik Film Festivali’nde Geleceğin Aslanı ödülü için yarışan film, oğlu 18 yıl önce gözaltına alındığında ondan haber alamayan bir babanın öyküsünü anlatıyor. Başrollerde Ercan Kesal, Muhammet Uzuner ve Tansu Biçer var.
*Pazarları Hiç Sevmem (Yön. Rezzan Tanyeli)
27 Nisan’da vizyona girmiş olan film, Altın Portakal’da yarışıyor. İzleme fırsatı bulamamıştım, bu yüzden seviniyorum aslında. İsmiyle de dikkat çeken filmin kadrosunda Melisa Sözen, Edhem Dirvana, Ezgi Mola, Hasibe Eren, Umut Kurt ve Ayşen Gruda yer alıyor.
Pazarları Hiç Sevmem

*Toprağın Çocukları (Yön. Ali Adnan Özgür)
Köy enstitülerini konu alan filmde Erkan Can, Türkü Turan, Menderes Samancılar, Müge Boz, Serdal Genç ve Şebnem Sönmez yer alıyor.
Toprağın Çocukları

*Umut Üzümleri (Yön. Tunç Okan)
Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar adlı romanında uyarlanan filmle Tunç Okan 19 yıl aradan sonra beyazperdeye dönüyor. Bunun hatırına izlenmeye değer! Yetkin Dikinciler, Ahmet Mekin, Altan Erkekli, Norina Nobashari, Barış Koçak, Elisabeth Niederer kadrodalar.
*Zerre (Yön. Erdem Tepegöz)
Konusu hakkında fikrim olmayan Zerre’nin oyuncuları Jale Arıkan, Rüçhan Çalışkur, Özay Fecht, Remzi Pamukçu. İsim açısından geçen sene ödülleri toplayan Zenne’ye benzeyen Zerre’de de Jale Arıkan ve Rüçhan Çalışkur, Zenne’den de tanıdığımız isimler. Konusunu bilmediğim için yorum yapamıyorum; fakat afişinden bile ilgi çekici görünüyor.
-Su Yılmaz-

15 Ağustos 2012 Çarşamba

İSİM ŞEHİR HAYVAN

İSİM ŞEHİR HAYVAN
İsim Şehir Hayvan

Biz Müzisyeniz…
İsim Şehir Hayvan tiyatro oyunu Antalya’dan geçti. Yine bir avuç aynı insan izledik oyunu. Okuyan, izleyen, irdeleyen ve farkındalığı olan kitle. Oysa bu oyunun daha çok kitlelerce izlenmesini isterdim. Acaba duyurumu mu iyi yapılmadı yoksa bilet fiyatları mı fazla geldi.
Neyse bu oyun Türkiye’de değil, dünyada bile bir ilk. İlk kez günlük köşe yazıları tiyatro haline getiriliyor. Gitmeden önce çok merak etmiştim ve nasıl olacak acaba demiştim iyi bir Yılmaz Özdil okuyucusu olarak. Oyun başlar başlamaz okuduklarınızı hatırlıyorsunuz ve bu denli güzel senaryo haline getirilmesini heyecanla izliyorsunuz. Metrobus hikayelerine acıklı acıklı gülerken Türk ve Türkiyeli oyununu kalbiniz pır pır atarak izliyorsunuz. Küçük küçük skeçler halinde izlediğimiz oyunun bütününde de bir uyum mevcut. Skeçler bir ya da birkaç yazıdan derlenmiş. Oyuncular seyircilerden heyecanlı olunca ortaya bir çırpıda biten tadına doyum olmayan bir eser ortaya çıkmış…

Biz Müzisyeniz…
Peki, bu ayakta alkışlanan projenin mimarları kim? Nereden kimin aklına gelmiş bu enfes fikir?
Bu oyunun Genel Yayın Yönetmeni Gencay Gürün. Bu fikrin mimari Tiyatro İstanbul’un Genel Müdürü Emin Hamarat. Yöneten usta oyuncu Metin Serezli.
Oyunlaştıran Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı.
Oyuncular: Nusret Çetinel, Sabri Özmener, Hülya Gülşen Irmak, Bilal Çatalçekiç, Burcu Kazbek, Taner Ergör, Banu Çiçek, Aybar Taştekin, Yeliz Şatıroğlu(Aşık Veysel’in torunu), Levent Çimen, Anıl Yülek. Nefistiler. Tıp öğrencisi Banu Çiçek’in yürek sadece bir organ değildir cümlesi, Sabri Özmener’in öğretmen rolü, Nusret Çetinel’in savcı rolü, Bilal Çatalçekiç’in Mustafa ağbiii değişi hafızamdan hiç gitmeyecek oyunculuklardı. Aslında diğer oyunculara kesinlikle haksızlık yapmak istemem, hepsi ama hepsi harikuladeydi.  
Müzisyenler Serdar Aslan, Zafer Aslan ve Alev Azyok. Sözler yazılardan beste ve seslendirme onlardan. Bayıldım doğrusu ve yeni sloganım etliye sütlüye katılmadan “Biz müzisyeniz” demek artık espriyle karışık!  Oyuna ayrı bir ivme katmaları takdire değer.
Emeği geçenlerin birikimlerini merak edenler 15Temmuz 2012 Yılmaz Özdil Gala adlı yazısından okuyabilirler. Ben tüm bu bilgileri oradan okudum. Bu arada oyun turne bitiminde Profilo Alışveriş Merkezi Tiyatro İstanbul sahnesinde Eylül ayından itibaren gösterime girecek. Bana sorarsanız izleyin, izlettirin derim…
Bu oyunu bu hale getiren başta Yılmaz Özdil olmak üzere tüm ekibe tebrikler…
Bu oyundan bana kalan hoş bir anı aman Biz Müzisyeniz…
Evet, artık sadece biz müzisyeniz buralarda…

8 Ağustos 2012 Çarşamba

ALTIN KOZA ADAYLARI-2012/GOLDEN BOLL NOMINEES-2012

19. ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ
            -ADAYLAR-
Bu yazıya başlarken çok değişik bir duyguya kapıldım. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşünmeden edemiyorum doğrusu; çünkü geçen sene de Altın Koza adaylarını yazmıştım. Üzerinden tam bir yıl geçmiş…
            Yine siz değerli okuru bilgilendirmek amaçlı yazıyorum. Her sene de yazacağım umarım. Siz beni okudukça, kendimde bu gücü bulacağım. …ve her sene bir kez daha!
            Lafı çok uzatmadan, başlayalım isterseniz! 19. Altın Koza Film Festivali, 17 Eylül’de Adana’da başlıyor. Kapanış ise 23 Eylül’de gerçekleşecek.
            Bu seneki Altın Koza Film Festivali’nin jüri başkanı ise “Hamam”, “Serseri Mayınlar” ve “Şahane Misafir” gibi filmlere imza atan yönetmen Ferzan Özpetek. Diğer jüri üyeleri ise Eyüp Boz, Hülya Uğur Tanrıöven, Hasan Saltık, oyuncular Nejat İşler, Nurgül Yeşilçay ve yapımcı Zeynep Özbatur Atakan.
Ferzan Özpetek
            Festivalde aday olan filmler:
*Devir (Yönetmen Derviş Zaim)
*Yeraltı (Yön. Zeki Demirkubuz)
Zeki Demirkubuz'dan... Yeraltı
*Lal Gece (Yön. Reis Çelik)
Lal Gece/Night of Silence
*Babamın Sesi (Yön. Orhan Eskisoy ve Zeynel Doğan)
*Ana Dilim Nerede? (Yön. Veli Kahraman)
Ana Dilim Nerede?
*Siirt’in Sırrı (Yön. İnan Temelkuran ve Kristen Stevens)
*Gözetleme Kulesi (Yön. Pelin Esmer)
*Araf (Yön. Yeşim Ustaoğlu)
*Aziz Ayşe (Yön. Elfe Uluç)
*Ateşin Düştüğü Yer (Yön. İsmail Güneş)
Ateşin Düştüğü Yer

*Şimdiki Zaman (Yön. Belmin Söylemez)
*Yabancı (Yön. Filiz Alpgezmen)
*Rüzgarlar (Yön. Selim Evci)
*Yük (Yön. Erden Kıral)
            Bu sene de festival bir hayli zevkli geçecek.
-Su Yılmaz-
                        19TH ADANA GOLDEN BOLL FILM FESTIVAL
                                               -NOMINEES-
            I felt so strange when i started to write this article. I keep think like the time past away so quickly; because last year, i’ve also written about the nominees from Golden Boll Film Festival. It’s been almost a year…
            And for a second time, i’m writing to let you know. When you read my works, i’m be able to write and have the magical power. Like a charm, you know. Every year, one more time!
            Ehem… Ok, then. Let me start, please! 19th Golden Boll Film Festival, starts in September 17th at Adana until September 23th.
            This year’s President of the Jury is Ferzan Ozpetek who is known by his films such as “Hamam/The Turkish Bath”, “Mine Vaganti/Loose Cannons” and “Magnifica Presenza/Magnificent Presence”. He is also well-known around both Italy and Turkey. The members of the jury is Eyüp Boz, Hülya Uğur Tanrıöven, Hasan Saltık,  Nejat İşler (actor), Nurgül Yeşilçay (actress) and Zeynep Özbatur Atakan (producer).
Ferzan Ozpetek
            …and the nominees are:
*Devir (Directed by Derviş Zaim)
*Yeraltı (Dir. Zeki Demirkubuz)
*Lal Gece (Dir. Reis Çelik)
*Aziz Ayşe (Dir. Elfe Uluç)
"Aziz Ayşe/Saint Ayşe"
*Anadilim Nerede? (Dir. Veli Kahraman)
*Siirt’in Sırrı (Dir. İnan Temelkuran and Kristen Stevens)
*Gözetleme Kulesi (Dir. Pelin Esmer)
*Araf (Dir. Yeşim Ustaoğlu)
Araf: A feature film by Yeşim Ustaoğlu

*Babamın Sesi (Dir. Orhan Eskisoy and Zeynel Doğan)
*Ateşin Düştüğü Yer (Dir. İsmail Güneş)
*Şimdiki Zaman (Dir. Belmin Söylemez)
*Yabancı (Dir. Filiz Alpgezmen)
"Yabancı/Stranger" by Filiz Alpgezmen
*Rüzgarlar (Dir. Selim Evci)
*Yük (Dir. Erden Kıral)
            I’m sure the festival’s going to be fantastic.
-Su Yılmaz-
Yük/Load

3 Ağustos 2012 Cuma

MELTEM'İN LONDRA'SI


Sevgili Meltem, Londra yazımı okuyunca şuraları da unutmamak gerek diyerek mesaj attı bana. Bende bunları ek bir Londra yazısı olarak yazalım, ne olur bunları yaz ve blogda yayınlayalım dedim. Kırmadı beni ve bu aşağıda okuyacağınız yazıyı yazdı. Eline sağlık Meltem’ciğim. Nefis katkıların için çok teşekkürler…
Aylin'in bu güzel ve donanımlı kalemine bir Londra bağımlısı olarak naçizane eklemek istediklerim…
Londra denildiği zaman nedense bende akan sular duruyor, şöyle bir pasaportuma baktığım zaman 14 defa giriş çıkış yaptığımı (yani bu şehre taptığımı) görüyorum...
Aslında yazılacak o kadar şey var ki… Ancak birazını ve herkesin seyahati sırasında en kolay ulaşım yapabileceği yerleri paylaşmak istedim...
Londra ve sanat...
Sanatın kalbi burada, hatta Covent Garden ve Leichester Square de atar... Aksam ustu eski bir balık pazarı olan Covent Garden’da, sokak sanatçıları eşliğinde klasik müzik dinletisi ve butik kafelerde beyaz şarap içmek… Şuraya uğramadan önce piccadlly line uzerinde olan bir durak öncesi Leichester’daki küçük bilet satıcılarından yarı fiyatına (halfprice) opera müzikal ve gösteri show biletlerinizi temin edebilirsiniz… İzlemiş olduğum klasikleşmiş, Phantom of the Opera, Dirty Dancing, Romeo ve Juliet balesi, vb... Covent Garden’da konumlanmış Royal Opera House bunun için biçilmiş kaftan.
London Colosseum ise iç mimarisi gotik tasarım ve tavanı ile muhteşem bir tiyatro binası… Geçen sene bu zamanlar 1 Ağustos’ta, sade ve sadece ünlü tenor grubu ILl Divo’yu (izlemek isteyenler için 26 Eylül İstanbul Kuruçeşme Arena’da) bu ambiansta dinlemek için oradaydım... Yaklaşan konser saatine yakın, İngiliz lady ve lordları arabalarından inerken giydikleri tuvaletler ve suitler ile sanata gösterdikleri saygıyı çok iyi gözlemleyebiliyor ve bu şehrin sanatla yıllar yılı iç içe yaşayıp ayakta kalmasını rahatlıkla anlayabiliyorsunuz...
O2 Stadium Arena…
Canary Warf Manhattan’daki Wall Street benzeri Londra'nın finans merkezi... Siyah takımlı bay ve bayanların hızlı hızlı yemeklerini yiyip iş çıkışı ünlülerin verdikleri konser ve gece hayatı arenası.
Burası bir durak sonrası yani O2 (ismini Londra'nın telekomünikasyon firması markası sponsorluğundan almıştır) ben burada birçok konserden sadece 12.10.2010’da Andrea Bocelli icin bulundum... Konsere erken gidenler için Canary Warf’a uğrayıp vakit geçirebilirsiniz ya da O2 içindeki British Musical Museum’u ziyaret edebilirsiniz...
Küçük bir anekdot: tiyatroya girerken çıkarken veya arada tüm izlemiş olduğunuz konser ve gösterilerin 5£ civarı satın alabileceğiniz kitapçıkları ile hem konser ve (cast) oyuncu, sanatçı, sanat yönetim kadrosun biyografileri hakkında bilgi sahibi olmak hem de hatıra olarak biletleri ile saklayabilirsiniz…
Restaurant
"Iberica" bir İspanyol restoranı en yakın metro durağı Greatportland Station... Enfes şarapları ve leziz etleri ile harika tatları size sunuyor. Arzu ettiğiniz tüm sos ve zeytin yağlar, kuru etler, zeytinler, mağazada satışa sunulmak üzere sergileniyor… (ben sarımsaklı, yeşil zeytinli ve çörek otlu zeytinyağını aldım ve bitmemesi için kasına gözüne baktım;) )
Baktınız, içiniz dışınız Avrupa stili oldu ve canınız Türk yemeği çekti, mesela ben yoğurtsuz ve Türk kahvesiz yapamam...
Greatportland Station İstanbul meze... "İstanbul meze", Greatportland Station durağının hemen üstünde... Bütün Türk yemekleri ve taze yoğurtları ayranları ve burada da yapılan enfes Türk kahvesi ile memleket özleminizi bir nebze giderebilirsiniz.
Türk kahvesi için medarı iftarımız kahve dünyasi Piccadlly’de Kasım ayında, (tasarımı ve projesi Londra'da olan bir Türk tasarımcıya ait) ilk şubesini açmış bulunuyor... Fiyatlar ayni, Türk kahvesi 3£ lokum ikramı burada da mevcut. 2011 Christmas Eve’de Londra’dayım ve bence Kahve Dünyası’nı ziyaret eden İngilizler bağımlısı olmuş bile… Her yer bomboş; ama Kahve Dünyası dopdoluydu... Ve küçük bir anekdot, en güzel, devasa cam ağacında kendilerini bu şehre ve kahve konusunda uzman rakiplerinin yanına bir an önce entegre etmek için sanıyorum, onlar da gördüm. Tebrikler!
"Nobu" Bir Japon Klasiği
Dubai Palm Atlantis ve Manhattan şubesini de ziyaret ettim tatlar ayni ancak gelen misafirler ve ambians bambaşka... Londra'da iki şubesi var benim favorim 19 Old Park Lane, bu restorana iki defa ziyaret ettim... Örnek: Doğum günümü kutlamak için (Ekim ayı) en yakın kız arkadaşım ile Londra’ya gitmiştik. Rezervasyonumuzu haftalar öncesinden Eylül başında yaptık.
İlk seferinde, Türkiye’deki iş ve cemiyet hayatının sayılı ileri gelenleri ve 2. Ziyaretimde ise, David &Victoria Beckham çifti ile karşılaştık.
En son Londra ziyaretimde "Koffmann's" Berkley Hotelde Blue Bar'ın yanında bir Fransız şefinin dengeli fiyatlanmış, hem de ambiansını iyi tutturmuş küçük restoranını keşfettim. Dipnot: Blue Bar da ilginç bir yer. Masmavi, inanılmaz karakterli bir otel bari.
Bankside elektrik santralinin binasında yer alan Tate Modern, güncel sanata yön veren sayılı kurumlar arasında yerini alıyor. Tate Modern de Picasso, Matisse, Dali gibi modern ustalardan günümüzün kavramsal sanatçılarına kadar farklı seçkileri bir arada bulmak ilham verici bir deneyim... Tate Modern'in 7. Katındaki restoranında James'de Aldridge'in yaptıgı dev resmi mutlaka görün. (Tate modern girişi özel sergiler dışında ücretsiz)
Londra'da Gece Hayatı…
"Londra Tramp" 30 senedir ayakta. Michael Caine ikinci biyografisini yazmış olduğu kitapta diyor ki: " Tramp'e gitmeyi 25 sene sonra benim torunları içeride görmeye başlayınca zorla bıraktım."
"Angel" bu bölge İstanbul Beyoğlu Asmalı Mescit tarzında kendi adıyla metro durağının bulunduğu karşılıklı küçük pub ların var olduğu bölge, çok keyiflidir.
Ozel birine Hediye almak için Erkek butik, niş mağazaları arasında en favorim Jermy street'te Edward'da Green...
CoventGarden/Holborn/Tottenham Court
Covent Garden ve Holborn taraflarına yolunuz düşerse konmuyor street üzerinde konuşlanman iki mağazaya mutlaka uğrayın. Bunlar, birçok ünlü tasarımcıyla yükselişte genç isimleri bir arada sunan "Two See ( 17, Monmouth street) ve eksantrik kadın ve erkek giysileri ve aksesuarlarıyla Philip Stepnes'in mağazası Unconditional ( 16,Monmouth Street)
Nothing Hill, Ladbroke Grove
Londra'nın bence alışveriş cenneti... Kadınların vazgeçilmezi efsanevi iç çamaşırı markası Agent Provocateur'un butiği burada mevcut;). Westbourne Grove doğu-batı ekseninde, uzun bir caddede ve üzerinde sağlı sollu dizilmiş birçok mağaza barındırıyor. Nothing Hill mavi kapılı evleri bulunan kendine özgü bir bölge, Cumartesi günleri bitpazarından tahmin bile edemeyeceğiniz çok ekonomik birçok markanın ürünlerini satın alabilirsiniz. Bunun yanında Vintage ürünler, eski İngiliz blazer ceketler, şapkalar gibi antika eşyalarda mevcut.
"Twenty8Twelve" @Nothinghill gate... Unlu İngiliz sinema oyuncusu Sienna Miller’ın, ablası ile birlikte hayata geçirdiği markası. İsmini Sienna Miller’ın doğum tarihinden alıyormuş.. ( bizzat ablasından öğrendim)
Bir İngiliz klasiği markalaşmış favori iki mağazam, Oxford circius dan Regent street e doğru aşağı inerken karşılıklı konuşlanmış bu iki yerin adları sırasıyla:
All Saints ( İtalyan dizayn ve UK'in pusulu ambiansını birleştiren bir tasarım mağazası,TED Baker( Londra sokaklarında dolaşırken alışverişe TED Baker’dan satın alabileceğiniz sık,yağmur geçirmez yapılı, markanın amblemi olan fiyonklu alışveriş çantalarınızdan başlayabilirsiniz)
Kadınlar için bir vazgeçilmez daha "Crabtree&Evelyn"
Sade ve sadece el ve ayak bakımı üzerine Londra markası çok sık ve niş mağazaları var, (inanın her defasında anneme 16’li kutu kutu bu el kremlerinden taşıyorum, küçük, çanta için ideal,organik ve enfes kokulara sahip bu ürünleri her çantanızda arabanızda kolaylıkla bulundurabilirsiniz...
Knightsbridge "Harrods"
Dodi Fayed’in, Prenses Diana ile geçirdiği trafik kazasında vefat etmesinden sonra Fayed’in babası Harrods’ı Katarlılar’a sattı. Yukarıda verdiğim küçük anekdot ile, bu mağazanın nasıl bir marka ve urun yelpazesi olduğu hakkında biraz kulağınıza su kaçırmıştım herhalde. Tüm dünya A+ tasarım markalarını barındıran oda oda tarihi bir yapıya sahip bir alışveriş lokasyonu. En aşağı katta, kendi markası altında hediyelik ürünleri ve yiyecek içecek ürünleri mevcut. Mutfağınız için çay fincanları, çay kutuları ve bisküvi kutuları da benim sürekli evime taşıdıklarımdan. Bir de taxfree almak isteyenlere söylemek isterim ki. Harrods bu konuda bir profesyonel. İki dakikanız var ise. Hemen aşağıya inip( mutlaka pasaportunuzu yanınıza alın), exchange ve taxfree bölümünden ısınızı hallediyorsunuz. Havaalanında sadece zarfı geçerken posta kutusuna atıyorsunuz, zaten tüm prosedürleri onlar halletmiş oluyorlar ve en geç 1 hafta içinde tüm alışverişinizin %12’si geri iade olarak kredi kartınıza yatmış...
Daha anlatacak gerçekten çok detay var. Klasik olacak; ama Londra anlatılmaz yaşanır.
Hiçbir şey yapamayıp İngilizler’in big smoke diye tabir ettikleri havaya sahip sokaklarda kulağınızda i-pod ve Sting'in size eşlik etmesi ve böylece insanın kendisini dinleyebilmeye vakit bulması için bile Londra’ da bulunmak bence hayattır.
Böyle bir blog ile bizleri buluşturduğun ve bize düşüncelerimizi paylaşma platformu sağladığın için teşekkürler Aylin...
-Meltem Akdağ

31 Temmuz 2012 Salı

LONDRA

LONDRA

         Şimdi Londra’da Olimpiyatlarda olmak vardı. TV karşısında bu kadar heyecanlı ve zevkli izlendiğine göre canlı nefis olurdu. Görkemli açılış hepimizin hoşuna gitti ve bir dolu tweet attık, Türkiye’de nasıl olurdu muhabbetleri yaptık. İngilizler görsel bir şölene dönüştürdükleri tarihleri ve buluşlarıyla oldukça etkileyicilerdi. Çocuklara, sağlığa ve gençlere verdikleri önem de ayakta alkışlanacak cinstendi. Neyse lafı uzatmıyorum bu vesileyle Antalyaface Dergisi Haziran sayısı için yazdığım Londra yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle…
              Fonda Adele’den “Someone Like You” çalıyor ve ben Londra’dayım. Adele: “Dün bizim günümüzdü… Aşk bazen devam eder, bazen acıtır… Sana benzer birini bulabilirim” diyor. Yağmur yağıyor. Heyecanlıyım… Sokakları, insanları, asilliği heyecanlandırıyor beni. Nefis bir şehir, bir tık önde bir şehir. Duygulu ve modern şehir Londra. Londra’ya her gelişimde duygularım aynı. Burası dünyanın başkenti, kalbi adeta. Sanatla iç içe olmak için, tüm zamanların önüne geçmek için her yıl Londra’da bir hafta geçirmek gerek.
Hele bu yaz Londra’da olmak için önemli bir bahanemiz var, Olimpiyatlar 64 yıl aradan sonra yine Londra’da. Olimpiyatlar için Olympic Park açılıyor. Bir biyomühendislik şaheseri olan parkta, doğal habitatlar oluşturulmuş ve iklim değişikliğine karşı yeşillendirilmiş. Bu post-endüstriyel atık alanı yeniden doğmuş gibi. Zaten bu şehirlerin akciğeri görevini gören parklarına hayranım. Hyde ve Green Park şehri boydan boya kesiyor ve size nerede olduğunuzu fısıldıyor. Zamanı durdurup bir kahve ve kitap molası kadar dolu dolu oksijeniniz var. Koşuşturmalardan uzak o an siz kimseye ait değilsiniz. Nefes alıyorsunuz ve gözünüz yemyeşil bakıyor. Bu arada Olimpiyatlar 27 Temmuz - 9 Eylül boyunca sürecek ve Trafalgar Meydanı’nda ve Hyde Park’ta kurulan dev ekranlardan izlenebilecek bilginiz olsun.

Peki, Londra deyince ne geliyor aklımıza? Benim aklıma asalet, kraliyet, İngilizce, İngiliz aksanlı filmler, asil insanları, çay, sanat, moda geliyor. Hmm, bir de underground yani metrosunda her durakta tekrar eden “mind the gap” sözü…
Londra’ya çok kısa sürede hâkim olmak için öncelikle turist olmayı öneriyorum. Bir otobüs turu alın ve bütün gün in-bin gezin Londra’yı. Turlar genellikle Trafalgar Meydanı’ndan başlıyor, Westminster Abbey ilk durak oluyor. Burası kraliyet düğünlerinin yapıldığı mekan. Prens William & Kate Middleton’ın düğünü çok popüler bu yıl buralarda. Big Ben’de kocaman gülümseyip bir “face pozu” çekin. Tower Bridge’i yürüyerek geçin, oralarda bir kafede oturun, mesela AskItalian olabilir ve kendinize onların dizayn kadehleriyle bir şeyler ısmarlayın. Köprüden inmişken, Tudors sahnesinde kendinizi hayal edip Tower of London’ı gezin derim. Tur sırasında saat 10:30 gibi Buckingham Sarayı’nın oralarda olun ve geleneksel asker değişimini izleyin. Sonra bu Saray’ın içinde ki medeniyetin asaletini hayal edin. Bu yıl yıldönümü kutlanıyor, Ağustos - Eylül ayları arasında Buckingham Sarayı’nda kraliyetin görülmemiş mücevherleri sergilenecek.  Hemen Buckingham Sarayı’nın Hyde Park köşesinde Piccadily Caddesi’nde Hard Rock Cafe’de bol kalorili hamburgerinizi yiyin vicdanınız sızlamadan, zira çok yürüyüp yakacaksınız bu kalorileri.

Tur boyunca müzelerin olduğu bölgede inip Albert Hall, Natural History Museum, Victoria & Albert Museum ve Science Museum’ı gezin derim. Leonardo da Vinci Anatomy Animals vardı bu gidişimde. 31 Mart-12 Ağustos “British Design 1948-2012” Brownie fotoğraf makinesinden Jaguar E-Type otomobiline, 300’den fazla İngiliz tasarımını görebilirsiniz. Natural History Museum’da 6 Nisan-16 Eylül arasında sergilenen Animal Inside Out sergisini kaçırmayın derim. Özellikle Science Museum’da ilginizi çekecek çok şey bulacaksınız. British Museum farklı bir bölgede; ama orada da inip gezin derim, zira Mısır’dan daha çok mumya göreceksiniz.
Hazır bu bölgedeyken Harrods Mağazası’na uğrayın. Bu görkemli mağazanın her katı muhteşem. Özellikle en üst katında her daim açılan sergileri kaçırmayın. Biz gittiğimizde tüketiciliğimizin boyutunun son kareleriydi konu. Swarovski taş kaplı bir kadın vücudunun baş bölümü milyonlarca renkli enjektörden oluşmuştu. Ayak izlerimizin doğallığı çiğnenerek ve tüketilerek yok ediliyordu. Harrods’ın kitap bölümünde kendinizi kaptırıp bolca kitap almadan edemiyorsunuz, uyarırım. Hediyelik bölümünden mutlaka Harrods yazan bir şeyler alınıyor bu arada. Daha önce bu mağazada ve Londra’da Lady Diana etkilerine rastlıyordunuz, şimdi ise Kate Middleton her yer. Harrods Mağazası’nın karşısında ki National Café çok keyifli. Bir şeyler yiyip içmek için ideal bir mola yeri.
The London Eye konusunda kararsızım, ben binmedim; ama kimileri binmeden olmaz tüm Londra’yı tepeden görmek heyecan verici diyor. Karar sizin…
London Eye

Shakespeare’s Globe durağı önemli. Özellikle geçtiğimiz günlerde Haluk Bilginer ve Zerrin Tekindor’un birlikte oynadığı Antonius ve Kleopatra oyunu Shakespeare’s Globe Theatre’de Türkçe sahnelenen ilk oyun olarak tarihe geçti. Nisan-Kasım ayları arasında Dünya Shakespeare Festivali var. Romeo ve Juliet’in Sünni-Şii yorumu da dâhil olmak üzere, büyük şairin onlarca oyunu Britanya çapında sahnelenecek. Hemen yanında Tate Modern, Modern Sanat Galeri’ye uğramayı unutmayın!
Yine aynı bölgede Londra Köprüsü’nün bir ayağında yükselen ve bu ay açılacak olan  mimar Renzo Piano tarafından yapılan The Shard 310 metrelik kule olarak Batı Avrupa’nın en yüksek binası olacak. Fotoğraf karesine sığdıramıyorsunuz.
Regent’s Park’ın köşesinde bulunan Madame Tussauds Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz zira tüm dünyadaki en iyi Madam Tussauds Müzesi. Londra tarihine de hâkim oluyorsunuz.
Turistik turunuzu Thames Nehri turuyla sonlandırabilirsiniz. Güzel bir tecrübe nehir boyunca Londra’yı selamlamak. 3 Haziran’da Thames River Pageant Kraliçe’nin jübilesi için nehirde düzenlenecek geçit töreninde, kraliyet yelkenlisi önderliğinde 1000 tekne boy gösterecek.
Gelelim Londra’da Londralı gibi yaşamaya:
Metroyla siyah hatta bulunan Camden Town’a giderek başlıyoruz Londralı gibi yaşamaya. Bu semtte Freud veya Charles Dickens’ın izlerini aramak, farklı butiklerinden alışveriş yapmak, sokakta cıvıl cıvıl dolaşmak çok keyifli. Charles Dickens demişken, Aralık ayına kadar devam edecek “Charles Dickens Bicentennial” etkinliklerine katılabilirsiniz. Charles Dickens’ın 200. doğum yıldönümünde bir dizi film, yürüyüş ve söyleşiler olacak.  Londra’nın meşhur, geliri kanser araştırmalarına (cancer research) giden ikinci el dükkânlarını karıştırmak çok heyecan verici bu semtte. Minik minik aldıklarınızın sonucuna kendinizde inanamıyorsunuz. Sokak modası harika. Hiç kimse birbirinin benzeri değil. Herkes tarz ve güzel.
Metroda kırmızı hat ile yeşil hattın kesiştiği köşeye Notting Hill’e mutlaka gidin, özellikle bir Pazar günü. Açılan Nothing Hill antika pazarında gönlünüzce dolaşırken 1999 yapımı Julia Roberts ve Hugh Grant’ın başrollerini oynadığı “Nothing Hill” filmini hatırlayın. Londra deyince ilk aklıma gelen bu tipik aşk filmi nasıl da içimi ısıtır… Kişisel tarihimde en sevdiğim filmlerindendir nedense. Belki de Londra’yı ilk ziyaretimden kısa süre sonra vizyona girmesi ve her Pazar gittiğim sokakları bana hatırlatması bunda etkili olmuştur. Gerçi bu gidişimde “The Iron Lady” Margaret Thatcher’ın hayatının geçtiği sokaklar, evi vs. dikkatimi çekti Buckingham Sarayı’nın yakınlarında. Her film şehirleriyle kazınıyor hafızalarımıza…
Metroda yeşil hat Tower Hill’de inip, Design Museum’u bulun. Design Museum’da mimari, dijital, moda, mobilya, grafik, üretim ve ulaşıma dair birçok tasarım buluyorsunuz. Guardian’ın iPad dizaynından Vivien Westwood’un Etnik Afrika Koleksiyonu’nu, Louboutin’in ayakkabı üretimlerini görebilirsiniz. Örneğin depreme dayanıklı bir sıra ve dizayna dair bilmeniz gereken her şeyi kapsıyor bu müze.  Müzenin satış mağazasından da çok farklı şeyler alabiliyorsunuz.
Pazar günü Covent Garden’da Apple Market’a takılın. Küçük ama görkemli butikleri ve markaları bulabilirsiniz bu semtte. Sokağa açılan yarı kapalı pazarda çok orijinal şeyler bulabiliyorsunuz. Mesela ben bahçem için minik minik bir sürü aksesuar satın aldım. Buradaki butiklerden aldığınız ayakkabılar iki sene sonra moda olacak emin olun. Bu arada Naomi Campbell burada keşfedilmiş.  Akşama kadar bu semtte takılıp biraz aşağıya inip bir müzikal izleyin derim. Mesela Shrek’i, yeşil dev adamı izlemek size çok keyif verecek. Eğer müzikal izlemezseniz Covent Garden’dan biraz yukarı semte yürüyüp Soho’yu keşfedin. Barlara takılmak günün yorgunluğunu alacak.
Shrek müzikali

Peki, Londra’da ne yenilir derseniz?
Öncelikle İngiliz Kahvaltısı (koca bir tabakta yumurta, sosis, domates, fasulye, tost ve mantar) deneyebilirsiniz. Biraz ağır; ama denemedim demezsiniz. Londra’nın en meşhur yemeği fish and chips (balık ve patates kızartması) her yerde yiyebilirsiniz, aşağı yukarı aynı lezzet. Shepherd’s Pie popüler yemekleri. Kuzu eti, bezelye, havuç, soğan üzerine patates püresinden oluşan bir yemek. Kuzu eti ve bifteğin sebze ve et suyuyla servis edildiği Yorkshire pudding yiyebilirsiniz. Tabii tüm dünya mutfaklarını deneyebilirsiniz bu nefis şehirde. Biz Trafalgar Meydanı’nda otelimizin karşısında ki Prezzo Italian Restaurant’a abone olduk mesela. Harrod’s Mağazası yakınlarında Knightsbridge Green’de Ristorante Italiano Signor Sasi’de mutlaka ama mutlaka bir akşam yemeği yiyin.
British breakfast

Londralıların bu ara gözde mekanı Soho’daki Miskin’s. Yine Soho’ya gitmişken Patisserie Valerie tatlılarını deneyin derim. Zaten beş çayı için ister istemez mola verip bir çay ve tatlı yiyorsunuz buralarda. Bu aralar Lady Grey çayı çok popüler, bergamut ve portakal kokusuna âşık oluyorsunuz. Eve, size Londra’yı hatırlatan Lady Grey çayı ile dönmek iyi bir fikir.

Gelelim Alışverişe…
Londra’nın her yerinden bir şeyler alabilirsiniz ama Oxford Caddesi tüm mağazaların olduğu bir cadde. Tüm gününüzü orada geçireceğinizi garanti ederim. Ben genelde gittiğim ülkelerin kendi markalarını seviyorum. Oralardan alışveriş yapıyorum. Türkiye’de bulabileceğim markaları tercih etmiyorum. Her gittiğimde bir günüm bu caddede geçiyor. Farklı, tarz şeyler buluyorum. Primark ucuz kaçış noktası, bir göz atın derim. Aslında yeni yapılanan farklı semtlerde dolaşıp alışveriş yapmayı daha çok seviyorum. Mesela King’s Cross’un kuzeyindeki Barnsbury moda ve tasarım merkezi. Chelsea’deki King’s Road’un batı ucu World’s End bohem, şık mahalle. Buralarda alışveriş yapmak ve keyifli molalar vermek iyi bir tecrübe. Londralı kadınlara sormuşlar alışveriş mi? cinsellik mi? diye onlar alışveriş demiş, anlayın ne kadar alışveriş sevdiklerini. Bu arada cinsellik onlar için tabu değil ve asla takılmıyorlar titrinlere.
Son söz ne yapın ne edin bu yaz Londra’da olun! Sevgiyle kalın…