Sayfalar

30 Aralık 2011 Cuma

2011'DEN KALANLAR/REMAINS OF 2011

                                   2011’DEN KALANLAR…
2011’in bitmesine sayılı günler kala bu yıl aklımda kalanlar hakkında bilgi vermek isterim dostlarım! Öncelikle filmlerden başlayalım:
Bunları İzledim!:
·         The Tree of Life
·         Zenne
·         Sherlock Holmes 2
·         A Dangerous Method
·         We Need To Talk About Kevin
·         Siyah Kuğu
·         Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi
·         Bir Zamanlar Anadolu’da
·         Yeryüzündeki Son Aşk/Perfect Sense
·         X-Men: Birinci Sınıf
·         Başka Bir Yerde/Somewhere
·         Labirent
The Tree of Life ve Zenne sanırım hayatımda büyük izler bıraktılar, uzun süre düşündüğüm, hatırladıkça hüzünlediğim filmlerdir. Labirent ise son zamanlarda gördüğüm başarılı bir aksiyon filmi. We Need To Talk About ile A Dangerous Method da Altın Portakal’da izleme şansı bulduğum yapımlardı ve cidden harikalar. Tilda Swinton’ın performansı için bile izlenebilir We Need To Talk About Kevin.
The Tree of Life

Natalie Portman-Mila Kunis ikilisinin nefes kesen performansı için Siyah Kuğu’yu, meşhur otopsi sahnesi için Bir Zamanlar Anadolu’da’yı, absürd bir komedi için Celal Tan’ı izlemenizi öneririm.
Bir Guy Ritchie efsanesi daha izlemek istiyorsanız Sherlock Holmes 2 sizi kesinlikle tatmin edecektir. (fazlasıyla…) X-Men’e sözüm yok zaten! (Bir X-Men hastası olarak…) Hollywood’un abartısından en ufak bir parça almayan Yeryüzündeki Son Aşk’ı da çok beğendim. Son olarak da babasının izinden giden Sophia Coppola’nın son şaheseri olan Somewhere izlenmeye değer.
Bunları Dinledim!:
·         Bu sene sıklıkla Lady GaGa dinledim sanırım. “Born This Way” albümündeki şarkılar enerji kaynağım!
·         Alexandre Desplat, Demir Demirkan, Paolo Poti, Hans Zimmer… Soundtrackte usta isimler!
·         Tchaikovsky ve Schumann…
·         Mick Jagger ile bu yaz kaybettiğimiz Amy Winehouse, benim için antidepresanlar…
Amy Winehouse and Mick Jagger

Bunları Okudum!:
·         Ay Büyürken Uyuyamam/Necati Cumalı
·         Sefiller/Victor Hugo
·         Koku/Patrick Süskind
Das Parfum/Koku

·         İstiridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü/Tim Burton
·         Düşler Bahçesi/Benjamin Mee
·         The City of Ember/Jeanne DuPrau
·         The People of Sparks/Jeanne DuPrau
...
Kitap ve sinema delisi bir kediyim… Bu sene değişik nickler de almış bulunuyorum. (The Coolest Cat, Movie Cat Sue gibi)
Onlara Üzüldüm!:
*Steve Jobs (24 Şubat 1955-5 Ekim 2011)
Steve Jobs

*Amy Winehouse (14 Eylül 1983-23 Temmuz 2011)
*Andy Whitfield (17 Temmuz 1972-11 Eylül 2011)
*Elizabeth Taylor (27 Şubat 1932-23 Mart 2011)
*Defne Joy Foster (2 Eylül 1975-2 Şubat 2011)
*Vahide Gördüm (En kısa zamanda iyileşmesini diliyorum!)
*Kim-Jong Il (17 Aralık 2011’de vefat etti)
Onlara Hayran Kaldım!:
*Caner Alper ve Mehmet Binay :-)
Mehmet Binay ve Caner Alper Entelköy Efeköy'e Karşı filminin galasında.

*Xavier Dolan
*Sigmund Freud
*Ahmet Yıldız
*Tilda Swinton
*Bethany Hamilton
*Aaron Ralston
----> Johnny Depp ile Ellen Page sevdam bitmez!-----
*Viyana’daki hocam Ralf’le ve dostlarımla tanışmak çok mutluluk verdi. Teşekkürler!!!
*New York Film Academy! Artık bir yönetmenim… (kısmen)
*Behzat Ç. ile tanıştım. (Önceden sevmesem de artık bayağı bir seviyorum)
…ve yeni bir gözlüğüm oldu!
Sushi 2012’ye hazır. Peki ya siz?
Eğer hazır değilseniz bir an önce “hazırlanın.” Israr ediyorum; çünkü gerçekten güzel olacak.
-Su Yılmaz-
Sushi!!!

                             2011 REMAINS…
      I’ve wanted to inform you of my feelings about 2011 and the things which had left after it. First things first. Umm, yeah. Movies!
I’ve Seen Them!:
    The Tree of Life
    Zenne Dancer
    Sherlock Holmes 2
    A Dangerous Method
    We Need To Talk About Kevin
    Black Swan
    The Tragedic Story of Celal Tan and His Family
    Once Upon A Time In Anatolia
    Perfect Sense
    X-Men: First Class
    Somewhere
    Labirent
      I think that The Tree of Life and Zenne Dancer are the movies which have changed my life. The movies that i think about them for a long time, the movies which even make me cry when i think about them… Labirent is an action hit in these days. I’ve had a chance to see We Need To Talk About Kevin and A Dangerous Method in Golden Orange and guys, they’re really good. Serious ‘bout that. You could even watch it because of Tilda Swinton’s performance. (I mean We Need To Talk About Kevin)
Zenne Dancer! (left to right) Caner Alper, Kerem Can and Mehmet Binay

      I offer you to see Black Swan for the Portman-Kunis couple, Once Upon A Time In Anatolia for the famous autopsy scene, Celal Tan for the rofl scenes!
      If you wanna see a Guy Ritchie classic, then Sherlock Holmes 2 will satisfy you about that. (so much) Have nothing to say about X-Men! (i’m a huge fan of it) I’ve also liked Perfect Sense a movie doesn’t have any piece of exaggeratement of Hollywood. At the end of our movie tour, i’d like to tell you to see Sophia Coppola’s epic movie Somewhere.
I’ve Listened Them!:
·         I guess i’ve listened Lady GaGa so much this year. The songs in “Born This Way” album are my source of energy!
·         Alexandre Desplat, Demir Demirkan, Paolo Poti, Hans Zimmer… They’re really awesome at soundtracks!
·         Tchaikovsky and Schumann…
·         Mick Jagger and Amy Winehouse are my painkillers.

I’ve Read Them!:
    Ay Büyürken Uyuyamam/ (I Can’t Sleep While The Moon’s Rising) Necati Cumalı
    Les Miserables/Victor Hugo
    Perfume/Patrick Süskind
    The Melancholy Death of Oyster Boy/Tim Burton
    We Bought A Zoo/Benjamin Mee
We Bought A Zoo

    The City of Ember/Jeanne DuPrau
    The People of Sparks/Jeanne DuPrau
...
      I’m a book and movie cat! This year, i’ve earned (!) lotso nicks… (Such as The Coolest Cat, Movie Cat Sue)
I’ve Been Sad For Them!:
*Steve Jobs
*Amy Winehouse
*Andy Whitfield
*Elizabeth Taylor
*Defne Joy Foster
*Vahide Gördüm (She fights with breast cancer. Hope that she’ll get well soon)
*Kim-Jong Il
Rest in peace Kim Jong Il!

I’ve Admired By Them!:
*Caner Alper ve Mehmet Binay :-)
*Xavier Dolan
Xavier Dolan

*Sigmund Freud
*Ahmet Yıldız
*Tilda Swinton
*Bethany Hamilton
*Aaron Ralston
----> My endless loves are Johnny Depp and Ellen Page-----
*Meeting with my teach. Ralf and dudes made me feel glad. Thanks guys!
*New York Film Academy! I’m a director now… (kinda)
*I’ve met with Behzat Ç. (pronounced as che) even that i’ve don’t like him before. Now, i’m officialy a “fan”.
…and i’ve got new glasses now!
Sushi’s ready for 2012. Are you? If you’re not then i must tell you that you should. I insist you… Get READY FOR 2012! Anyway… Whatever you call me. (Crazy, cool or sth)
-Su Yılmaz-

28 Aralık 2011 Çarşamba

2011 BİTMEDEN

2011 bitmeden son bir çırpıda okuduğum kitapları paylaşmak istedim. Bizim evde hiçbir şey kıskanılmaz, sadece kim daha çok kitap okumuş kıskanılır. Eve gelen taze kitabı önce kim okuyacak yarışı yapılır. Kendimi bildim bileli nerede ne kitap çıkmış okumaya çalışırız ailecek. Bizimkisi kitap okuma aşkı, başka tanımlaması yok. İşte bu yıl bitmeden son zamanlarda okuduğum birkaç kitabı yazacağım size. İlki;
SJON-MAVİ TİLKİ
İzlanda’lı yazar Sjon’dan doğduğu coğrafyanın iklimi kadar keskin ve etkileyici bir kitap.
Mavi tilkiler öylesine şeytanice benzerler ki taşa, büyülenir insan. Kışın onları yanına yattıkları kayadan ayırmanın imkanı yoktur…
Kendi düşünce zincirine güvenmek zorundaydı:
“Tilkiler fırtınalı havaları görünce çocukça bir korkuya kapılabilirler. Böyle bir durumda dişi tilki ya bir kar yığınını kazıp içine girer ya da don sınırının altındaki bir girintiye sığınıp hava düzelene kadar orada kalır.”
Gece soğuktu ve sonu gelmez gibiydi. Adam buzdan kabuğunu kırdı…
Yıl 1883. İzlanda’nın vahşi ve soğuk düzlüklerinden birinde, bir adam Aurora Borealis’in ışık oyunları altında ilerliyor. Adamın ismi Peder Baldur Skuggasson. Bir avcı o. Avı ise gizemli ve değerli dişi bir mavi tilki. Mavi tilki ve avcı çok dikkat etmeli zira birbirlerinin zihinlerinin oyunlarındalar.
Keyifli ve farklı bir kitap…
Kitap okurken evi saran mis gibi kurabiye kokusuna kim hayır diyebilir? Duyabiliyorum buna karşı çıkanınız zannedersem hiç yok. Bak şimdi bunun tarifini vermeliyim, annem yeni öğrenmiş arkadaşlarından ve hemen uygulamış, sonuç başarılı.
Fındık Kurabiye
1 paket margarin (oda sıcaklığı)
1çay bardağı sıvı yağ,
1çay bardağı susam (kavrulmuş),
1çay bardağı iri dövülmüş ceviz,
1çay bardağı pudra şekeri, kabartma tozu,
Aldığı kadar un.
Deneyin ve afiyetle yiyin kitabınıza gömülürken…
İkinci kitabım,



TUNA KİREMİTÇİ - HEPİMİZ BİRİLERİNİN ESKİ SEVGİLİSİYİZ
Tuna Kiremitçi her gün severek okuduğum bir yazar. Bu kitap da gazete yazılarından derleme aslında ve çoğunu da okumuşum ama ben başlığa bayıldım. Geçen gün Sibel’le kahve içerken ne kadar doğru dedik. Herkes birinin eski sevgilisi… Bizim acımasızca tükettiğimiz arsız bir ilişki diğerinin umutluca başlangıcı… Hayat işte, başımıza gelen hiçbir şey tesadüf değil, hepsi şifreleri çözmesini bilirsek anlamlı. Herkes bir öğreti, herkes hayatın bir anlamı. Kiremitçi’de “kalplerimiz randevulaşıyor hiç tanımadığımız insanların kalpleriyle, ruhumuz duymasa da” diyor. Aynı çağın adamı olmamız Kiremitçi’nin her cümlesi beni benden alıyor, seviyorum onun kitaplarını, üslubunu, yalınlığını, derinliğini. Hikayeler birbirini tamamlıyor.
Eksik kalan ulviyet duygusunu da Michelangelo’nun dehası tamamlıyor tabii. Meryem Ana’nın yüzünde, oğlunun nereye gittiğinin tevekkülü var. İhtişamla tevazuunun bu anlaşılmadık bileşimi, küçük ve önemsiz olduğunuzu hissettiriyor: Gayri ben küçüğüm, kaygılarım, umutlarım önemsiz. İçimi kavuran dertlerin ve yaşama sevincimin “şu durmadan kurulup dağılan alemdeki” önemi, en fazla zerre.
Herkesin bir şarkısı vardır ve bir yabancıyla da paylaşabildiğimiz için özeldirler. Bu yüzden midir nedir, “sana dair” olur hepsinin adı. Herkes bilir ruh ikizleri şehir olsalar İzmir ve Selanik gibi olurlar. Hem inanılmayacak kadar benzer hem de insana keder verecek kadar farklı…
Bir erkeği kadınlardan vazgeçirecek kadar sevilmiş bir kadının kim olduğunu ister istemez merak ederek… diyerek gidiyor kitap.
Bugün üçüncü ve son kitabım;
ÜSTÜN DÖKMEN - KELEBEKLER VE İNSANLAR

Dökmen’in son kitabı Kelebekler ve İnsanlar, iki özürlü gencin aşk hikayesi. Kelebek metaforuyla anlatılan kitap okurken düşündürüyor ve farkındalığımızı arttırıyor. Görünen özürleri dışlamak kolay ama ya görünmeyen kusurlarımız. Yüzleşemediklerimiz. Yalın diline rağmen kitap çok akıcı gitmese de farklı, zevkli bir kitap. Acemi okuyucu olarak kitaptan anladıklarım bunlar. Kitaptan sevdiğim cümlelere gelince;
…nereye gittiğini bilen insana dünya kenara çekilip yol verir…
Zihnimiz bir takım yenilgileri unutsa da, yüzünüz geçmişin resmedildiği bir yerdir, geçip giden anılar geçip gitmeyen çizgiler bırakır. İnsanlar, birisini sevdiklerinde, sevdiklerini sandıklarında, aslında asıl kendilerini sevdiklerinde, bir üçüncü kişide açamayacakları yara yoktur.
Çok doğal bulduğumuz şeyleri ne sorgularız, ne de insanların tercihlerine bırakırız…
Yalnızca kendilerini düşünen, kendilerini korurken karşılarındaki kişide açtıkları yarayı umursamayan kişiler…
Anlık zaafların büyük hedeflerini engellemesini istemedi…
Olgunluk ötesi, kabullenmişlik ötesi, sanki hayatı sorgulamayı bitirmiş, ama bulduğu cevabı söylemeyi gereksiz gören bir ifade…
Aslında kimse kimseyi tutmaz bu dünyada, herkes kendini tutar.
Kitap böyle devam ediyor. Yıllardır kelebek dövmesi istemişimdir. Her kelebeğin bir öyküsü varmış, kanatlarında ki her şeklin bir anlamı. Bunları dikkate alıp yaptıracağım dövmemi… Daire ortasında bir nokta istiyorum, denge-güç demekmiş…
Benden bu kadar, yaşadığımız her andan keyif almak ve hissetmek dileğimle…


23 Aralık 2011 Cuma

                        THE MELANCHOLY DEATH OF OYSTER BOY
He proposed in the dunes,
They were wed by the sea,
Their nine-day longed honeymoon,
was on the isle of Capri.”
Oyster Boy!

        Sometimes we look at covers of books and feel so warm about them. Even though, we don’t know what it is about…
            This book made me feel the same feelings that i’m not actually a person who buys books for their author; but when i saw “Tim Burton” above the title, i’ve thought like “Uh-huh! This’ll be mine!”
I’m not regretting!
            You’ll understand me when you read the book. If you’re a Tim Burton fan, then i insist you to read that book. I’ve loved it…
            Think that you combine some poems about gothic style mixes with the endless imagination. That equals Tim Burton! He makes you feel terrible and the happiest person at the same time.

Think of chuckling while you’re crying…
Who Is Tim Burton?: An American director, writer, producer, artist who was born in 1958. His movies’ theme is usually dark and quirky such as Sleepy Hollow, Beetlejuice, Edward Scissorhands, The Nightmare Before Christmas and more. Often works with Helena Bonham Carter and Johnny Depp.
Johnny Depp and Tim Burton

            You could read stories like “Stain Boy”, “Sue”, “Voodoo Girl” and lot more… My favorite one’s Stick Boy and Match Girl in Love.

 Here’s more about it:
“Stick Boy liked Match Girl,
He liked her a lot.
He liked her cute figure,
He thought she was hot.
                *
But could a flame ever burn
For a match and a stick?
It did quite literally;
He burned up quick.”

            I guarantee you’ll have fun!
-Su Yilmaz-

21 Aralık 2011 Çarşamba

TÜP BEBEK

1997’de ilk kez Tüp Bebek Laboratuvarlarında klinik embriyolog olarak çalışmaya başladığımdan beri bir sürü hastayla iletişim içinde oldum. Hatta bunlardan bazılarıyla dostluklarım yıllardır sürüyor. Hastalarımın tüp bebekle ilgili sorularını cevaplamak, kaygılarını gidermek bana her zaman zevk verdi. Kimi zaman bir toplulukta mesleğimi açıkladığımda da bir dolu soruya maruz kaldığım oldu. İşte ben de sevgili blogum için bu soruları derledim. Burada en sık sorulan soruları cevaplamaya çalıştım. Başka sorularınız olursa her zaman cevaplamaya hazırım.

İnfertilite (kısırlık) ne demektir?

Çiftlerin çocuk sahibi olmak istemelerine rağmen, korunmadan, 1-2 yıl süreyle bebek sahibi olamamalarına infertilite (kısırlık) denmektedir.

Tüp Bebek tedavisi nedir?

Tüp bebek, bazı nedenlerle çocuğu olmayan çiftlerin çocuk sahibi olmalarına yardımcı bir tedavi şeklidir. Tüp bebek tedavisinde İn Vitro Fertilizasyon (IVF) ve Mikroenjeksiyon (ICSI) gibi yöntemler kullanılabilir. Burada kadından alınan oosit (yumurta) ve erkekten alınan spermin in vitro yani dış ortamda döllenmesi ardından tıpkı anne karnı gibi yapay ortamlarda embriyonun geliştirilip 2-5 gün içinde anne rahmine transfer edilmesi sağlanır.

Çiftlerin bebek sahibi olmasını engelleyen ya da zorlaştıran faktörler nelerdir?

Bunu kadınlara ve erkeklere ait olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kadınlara ait olanları kısaca; fallop tüplerine ait nedenler, yumurtlama problemleri, rahim ağzı(serviks) problemleri, rahim kaynaklı problemler, karın zarı ile ilgili problemler, nedeni açıklanamayan ve yaş faktörü gibi ana başlıklar altında toplayabiliriz. Erkeklere ait nedenleri ise; hormonal nedenler, testislere ait, sperm taşıyıcı kanal ve organlara ait nedenler olarak sınıflandırabiliriz. Bunun dışında ekonomik sorunlar, ailevi sorunlar ile güvenilecek hekim ve merkez seçme sorunu da çiftlerin tüp bebek tedavisini zorlaştıran diğer faktörlerdir.

Kimlere tüp bebek tedavisi uygulanabiliyor?

Bir kadın yumurta ürettiği sürece tüp bebek uygulanabilir. Erkekte menide sperm olmasa bile çeşitli yöntemlerle sperm üretebiliyoruz ve üreme elde edilebiliyor. Ama belli bir yaştan özellikle 40 yaşından sonra, yumurta olup gebe kalma şansı da olsa, kromozom anomalilerinden dolayı tüp bebek uygulanamayabiliyor. Bu, kliniğine göre değişiyor, kimi 40-42 yaşından sonra yapmıyor, kimi 45 yaş üzerine uygulamıyor. Yumurta rezervi ve hormonlara bakılarak karar veriliyor.

Ne kadar süre hamile kalınamazsa, normal yollardan çocuk sahibi olmakta güçlük var denebilir ve tüp bebek uygulanır?

Hastanın yaşına bağlı. 20 yaşındaki kadın yeni evliyse yaklaşık 2-3 yıl spontan denemesi öneriliyor ama 38 yaşındaki kadın için bu bir yıla indirgenebiliyor.

Günümüzde normal yollardan çocuk sahibi olamayan pek çok çift var. Stres mi, yaş mı, yediğimiz içtiğimiz mi, nedir sebebi?

Temel sebebi yaş faktörü. Kadınların kariyer sahibi olmaları, ileri yaşta evlenmeleri ve anne olmayı ertelemeleri öncelikli neden. Kariyer yapan kadın zamanı erteleyerek biyolojik saati kaçırabiliyor. Merkezlere başvuran çoğu hastaların benzer öyküleri var. Bazen çocuk isteği ertelenerek, bugün değil yarın diyerek de zaman geçebiliyor. Maalesef tüp bebek tedavisinde kadın yaşı önemli olduğu için dramatik sonuçlar yaşanabiliyor.

İleri yaş kaç yaş? Kaç yaşında geç kalmış olunuyor?

İnfertilite konusunda genellikle 35 yaş ve üzeri ileri yaş sınıfına giriyor. Biz belli bir sayıda yumurta rezerviyle başlıyoruz hayata, zaman içerisinde de bunları harcıyoruz. Erkeklerde öyle değil, onlarda sperm üretimi sürekli gerçekleştiği için yaşa bağlı olarak bir azalma olmuyor. Bizimse yaşla birlikte yumurta rezervlerimiz azalıyor. 15-16 yıl önceki anne olma yaşıyla şu anki anne olma yaşı arasında 3-3,5 yaş fark var ki bu ciddi bir oran.

Tüp Bebek tedavisi nasıl yapılıyor?

Kadınlar her ay bir yumurta üretir. Bu sayıyı hormon ilaçlarıyla arttırıyoruz. Bunun sebebi tek bir kerede başarı şansını arttırmak. Sonrasında hasta yumurtaları toplanmak üzere laboratuvara geliyor. Aynı gün erkekten sperm alınıp yıkanıyor. Toplanan yumurtalar, gerek tüp bebek gerek mikroenjeksiyon tedavisi için spermlerle buluşturulur. 3-5 günlük laboratuvar ortamından sonra vajinal olarak embriyo anne rahmine transfer edilir.

Tüp bebek tedavisi için merkezlere başvuran eşlerde erkeğin ya da kadının tutumları nasıl oluyor?

Çocuk sahibi olamamak gerçekten ciddi bir stres kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Genellikle problem hangi taraftaysa o daha baskın yaşayabiliyor. Sorun erkek faktörü ise erkek kendini yetersiz, değersiz hissediyor. Eşine annelik duyguları yaşatamadığı için kendini suçlu hissediyor. Erkekler genellikle sorunlarıyla duygusal değil de akla dayalı yöntemlerle başa çıkarlar ve eşlerine çözüm önerilerinde bulunarak ya da duygularını kontrol etmelerini önererek destek vermeyi tercih ederler. Her ne kadar bunu iyi niyetle yapsalar da, bu çabaları eşleri tarafından, duygularını hiçe saydıkları, içinde bulundukları durumu önemsemedikleri ya da konuyu kapatmaya çalıştıkları şeklinde de algılanabilir. Sorun kadın faktörü ise kadın çevredeki tüm gebelere öfkeli olabiliyor. Neden sorusunun cevabını sorguluyor. Ben iyi anne olmayı hak ediyorum diyerek isyan ediyor. Kadınlar çocuk sahibi olamamaya dönük duygularını genellikle oldukça yoğun biçimde dışa vuruyorlar. Bu konuda konuşmak, arkadaşlarıyla ve eşiyle paylaşmak istiyor, ağlıyor, öfkeleniyor, üzülüyorlar. Unexplain dediğimiz sebebi belli olmayan vakalarda psikoloji biraz rahat olmakla birlikte bizler zorlanıyoruz adını koyamadığımız için. Hastalar net cevap alamadıkları için tedavi tatmin edici gelmeyebiliyor.

Çiftler tüp bebek tedavisine ne zaman başvurmalıdır?

Çiftler kitabi olarak bir sene düzenli ilişki sonucu gebe kalamıyorlarsa bir merkezden yardım almalıdırlar. Ama günümüzde buna evlenme yaşını göz önüne alarak 6 ay gibi bir süre sonrada başvurabilirler diyoruz.

Her infertilite (kısırlık) sorununun çözümü tüp bebek midir peki?

Hayır, daha farklı tedavilerle sorun çözülebilir. Aşılama bilimsel adıyla Intra Uterin Inseminasyon (IUI) bazı durumlarda uygulanabilecek bir yöntemdir. Yıkanmış spermlerin, cinsel ilişki olmaksızın, bir enjektör aracılığı ile direk rahim içine verilmesidir.

Tüp bebek tedavisinin maliyeti nedir?

Yapılacak tedaviye, yapan merkeze göre maliyet değişebilir.

Tedavinin hem maddi hem de manevi olarak yıpratıcı etkileri var. Hastalara telkinler ne yönde olmalı? Başarı yüzdeleri hakkında neler söylenebilir?

Tedavi, uzun süreçte hem maddi hem de manevi yönden yıpratıcı olabiliyor. Uzun süreç gerektirebilen tedavilerde hasta sonuç alamamaktan yıpranabiliyor. Her çifte göre tedavi seçeneği ve başarı oranı değiştiği için sabırlı olmalarını öneriyoruz. Özel durumlarda psikolojik destekler önerebiliyoruz. İyi bir merkezde, iyi tespit ve tedavi ile her hasta çocuk sahibi olabilir. Başarı hastanın yaşı, nedeni ile ilgili olarak değişecektir.

Tüp bebek tedavisi en fazla kaç kez denenebilir?

Tüp bebek uygulamalarında belirli bir sayı sınırlaması yok. Maddi ve manevi olarak hasta ne kadar isterse deneyebilir. Ancak kadının yumurtalık kapasitesinin ve erkeğin spermlerinin elverişli olup olmadığı tedavi sayısını sınırlayan etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Üç kez denedikten sonra şansı arttıran bir durum yok ama sekiz, dokuzuncu denemede gebe kalan hastalarımız var.

Tüp bebek işleminin başarı şansını arttırmak için neler yapılması gerekir?

Bebek olmamasının sebebini iyi belirlemek gerekiyor. Güvenilir ve iyi bir ekip olması gerekiyor. Laboratuvarlarda iyi donanımlı, tecrübeli embriyologların çalışıp çalışmadığına dikkat edilmeli. İşin mutfağı tüp bebek laboratuvarlarıdır. Hastalar hekim sorgularken laboratuvarları da sorgulamalı, asıl önemli nokta bu olmalı. Laboratuvar çalışanlarının özverili, dürüst ve empati yeteneği yüksek kişiler olmasına bakılması gerekir. Bunun yanında son teknolojileri, yenilikleri laboratuvarda uygulayabilmeli. Maddi odaklı değil başarı odaklı merkezler seçilmeli. Tecrübe tüp bebek laboratuvarı için çok önemli bir parametredir.

Hekim ve merkez seçerken nelere dikkat edilmesi gerekir?

Güvenilir, başarılı, dürüst, yenilikleri takip edebilen hekim ve merkez olmalı. İleri laboratuvar uygulamalarının yapılabildiği merkezler seçilmeli ki eğer tek ve son şansınız varsa bu da iyi bir merkezde yapılabilsin. Ayrıca merkezin bilimsel saygınlığı da olmalı.

Tüp bebek tedavisi esnasında nelere dikkat etmek gerekiyor?

Aşırı miktarda tüketilen sigaranın, yumurtanın kalitesini bozduğunu gösteren çalışmalar var. Bazı kliniklerde hastalar diyetisyen eşliğinde tedaviye alınıyor. Avustralya’da yapılan bazı çalışmalar, protein ağırlıklı beslenen hastaların tüp bebekte gebelik şanslarının arttığını gösteriyor. Ama bunların hiçbiri kanıta dayalı değil.

Anne adaylarına öneriler nelerdir?

Yaş olayı gerçekten çok önemli. Hayatınızı düzene koyduysanız, kimden çocuk sahibi olmak konusunda eminseniz, hemen çocuk yapın. Ne kadar erken o kadar iyi.

Popüler konu yumurta dondurma son yıllarda kadınların ilgisini çekiyor. Ama ülkemizde yasak;

Sosyal endikasyonlu yumurta dondurma yasal değil. Yani yaşım geçiyor diye isteğe bağlı yumurta donduramıyorsunuz. Tıbbi endikasyon durumunda örneğin kanserli hastalarda dondurulabiliyor. Yaşı ilerleyen bir kadının yumurta rezervinin azalması aslında tıbbi endikasyon kabul edilmeli ama hala edilmiyor. Yumurta dondurmak isteyen kadınlar en yakın İtalya, İspanya gibi ülkelerde dondurabiliyor. Bugün yumurta dondurup 8-10 yıl sonra çocuk sahibi olabiliyorsunuz ve bunun hiçbir yan etkisi yok.

Şimdilik aklıma gelen bugüne kadar karşımıza çıkan sorulardan derleme yaptım. 



8 Aralık 2011 Perşembe

TEK EŞLİLİK

 Sizinle ağustos ayında yazdığım bir deneme yazımı paylaşmak istiyorum.
Bugün bizim evlilik yıldönümümüz. Olympos’ta deniz, güneş ve sevgilimle baş başa iken çiftler birbirini niye aldatır sorusu aklıma takılıyor. Niye aradaki çekim bitiyor ve aldatıyoruz? Aldatmak ayrı bir heyecan mı? Bunları yazmalıyım, farklı meslek gruplarından arkadaşlarıma sormalıyım diyorum. Okuduğumuz öyküler, izlediğimiz filmler mi bize mesaj veriyor? Yoksa böyle olduğu için mi bu filmler çekilip, bu öyküler yazılıyor? Diğerinin çekiciliği bizi nasıl sarhoş ediyor? Evlilik sadece çocuk için katlanılan doğaya aykırı bir şey mi?
Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknoloji ekindeki köşesinde “monogaminin (tek eşlilik) insan icadı olduğunu” yazıyor ve “tek eşlilik doğaya aykırı” diyor Prof. Doğan Kuban.  Ayşegül Aldinç, “Zaman zaman birileri çıkar, duymayı pek de istemediğimiz bu gerçekle bizi yüzleştirir” derken; Haydar Dümen, “Kadınlarda annelik geni vardır, erkeklerde çapkınlık geni. Doğa erkekleri çapkın olmaya programlamıştır. Doğanın ahlak kuralları yoktur” der.
Tarihe baktığımız zaman “Evlenmek iki insanın birbirinden iğrenmek için her şeyi yapabilmesi anlamına gelir” der Schopenhauer. Goethe farklı bir yorumla evliliğin zamanın iğrençliğine karşı korunmanın tek yolu der. Nietzsche ise “Evli çiftler birlikte yaşamasaydı mutlu evlilikler daha çok olurdu” der. Rilke “İyi bir evlilik çiftlerin birbirlerinin tek başınalığını korumasıyla olur” diyor. Çok sevdiğim Freud ise “Evliliğin neden olduğu sinir hastalıklarının şifası evlilikte sadakatsizliktir” diyor.
Rilke’ye katılıyorum, birlikte birbirini boğmadan, ne istediğini bilen ilişkiler daha sağlıklı ilerliyor ve zamana yenilmiyor kanımca. Kadın erkek simbiyotik bir yaşam değil de bağımsız bir yaşam kurduğu zaman aldatmanın dayanılmaz hafifliğinde yüzmüyoruz. İhtiyaç duymuyoruz. Artan kadın cinayetlerini düşününce ne kadar mutsuz evlilik olduğunu ve bizim buralarda bu katı kuralların artık değişmesi gerektiğini düşünüyorum.
Her şeye karşın birlikte uyanmanın ikisine de mutluluk verdiği zamanlar bittiğinde, gün de hayat da aynı başlamaz artık. Bundan böyle kendi kendileriyle olduklarını en çok sabahları anlarlar. Mutlu ya da mutsuz olarak uyanmanın artık pek bir anlam taşımadığı zamanları. İstatistiği tutulmamıştır bu işin ama biz söyleyelim: Çiftler sabah ayrılır… der Murathan Mungan son kitabı Kibrit Çöpleri’nde. Okurken gözleri dolar insanın doğruluğu karşısında bu sözlerin.
Yine aynı kitapta soluğumuz tükenip gözlerimiz birbirine değdiğinde korktuğumuz şeye yakalanacaktık: konuşamadıklarımıza der Mungan. Çiftler eğer konuşamıyorsa nokta koymak lazım gibi geliyor bana da.
Dean Cianfrance imzalı Blue Valentine filmi evliliğin nasıl güzel başlayıp, başarısızlığa uğrayışını anlatıyor bize. Dean ve Cindy evliliklerini kurtarabilmek için gençlik yıllarına birbirlerine aşık oldukları zamanları hatırlamaya çalışırlar. Sevgi nefrete, geçmiş günümüze, hayal gerçeğe, gençlik yaşlılığa, erkek kadına karşı geliyor.
Çağdaş toplum tek erkek, tek kadın diye bir düzen icat etmiş. Monogami de insanın icadıdır. Günlük yaşamda tarih boyunca monogami hiç olmamıştır. Monogami, yaşam boyunca bir kez evlenmek anlamına geliyor. Kadın ya da erkeğin evlilik dışında seksüel davranışlarına ilişkin bir şey içermiyor. Amerika’da yapılan araştırmalarda, herkesin tahmin edebileceği sonuçlar var. Erkeklerin yüzde 70’i, kadınların yüzde 40'ı evlilikleri dışında kaçamak yapıyorlarmış. Doğada hayvanlar aleminin yüzde 98'inde monogami yokmuş. Erkeklerin doğal poligamik eğilimleri nedeniyle kadınlardan farklı oldukları savı da çürütülmüş diye yazıyor Prof. Dr. Doğan Kuban.
Ben son cümle olarak sağlıklı bireylerin sağlıklı ilişkiler kuracağı fikrindeyim. Olmuyorsa olmuyordur, zorla değil ama eğer kendimize gittiğimiz yolda kendimiz ve birlikte olduğumuz kişi için emek harcarsak ve seversek fazla yorulmadan, birbirini tüketmeden yükseliriz gibi geliyor. Kendini ve karşındakini kandırmadan dürüstçe ve bolca sevgiyle…
Peki benim sevgili arkadaşlarımın düşünceleri nedir bu konuda?

Ayten Kaba Klinik Embriyolog (Bursa Tüp Bebek Merkezi Lab. Direktörü)
TEK EŞLİLİK!   Doğada Yok Toplumda Var.
Canlılar arasında ''tek eşlilik'' yok denecek kadar düşük yüzdelerde. Zaten genetik çeşitlilik yaratmak için farklı dişilerle (eşlerle) birliktelik vardır canlılarda...
Basitçe bir arının farklı farklı çiçeklere konarak polenleri taşıması gibidir, tomurcuklanmayı çeşitlendirir. Erkekler de bu yüzden hep farklı olanın peşinde ya da arayışta... doğal mı karşılamalı, bilemem!! ama bana kalırsa tek eşlilik yok çoğumuz inanıyormuş gibi yapıyoruz.
Doğal hayatta evlilik var mıdır?
Cevap:YOK
TOPLUMDA VAR
Eğilimler, alışkanlıklar ve arzular var. Kimisi için bir eşe ömür boyu bağlanmaktan daha doğal bir şey olamaz ANCAK kendisini bu şekilde güvende ve huzurlu hisseder. Böyle bir yaşam seçime kalmış... BENCE insanın özünde taşıdığı doğası ne olacak! Çeşitlilik... Sonuç SADAKATSİZLİK...
Başka türlü '' TEK EŞLİLİK'' e baktığımda, hayat akıl almaz olasılıklar barındırıyor. Çoğu zaman sözde sınırımız, kendimizi sınırlama için kendimizin verdiği kararlardan başka bir şey değil bu bağlamda'' tek eşlilikte'' sınırlama bence...
Çift olmak bir gösteri sanatıdır. Gösteriyi her zaman zinde, hoş güvenilir sağlam tutmakla çabalarsın yorulursun yorulur... ÇÜNKÜ hamurunda bu yokmuş gibi yaşarsın. O yumuşak hamurun bir gün kurabiye bir gün poğaça bir gün taze ekmek olmak ister sende hangi fırında pişsem diye koşarsın...
YALAN koca bir YALAN 'tek eşlilik' kimse kandırmasın kendini.
Günümüzde, insanlar doyumsuzlaştı bu ilişkilerde yansıdı aslında erkek, kadın fark etmiyor eskisi gibi uzun soluklu aşklar birliktelikler yaşamakta zorlanıyoruz ya da olanı korumada... Hep bir arayış hali açlık var yeniye, farklıya vb. gibilere...
Beraberinde aldatmalar geliyor... YOK ben yapmam asla. gibiler var aramızda inanmam tabiatın ne olacak silemezsin onu!!!  Gözünle aldatırsın... Flört edersin fiilen yapamasan bile düşünürsün İŞTE bunların hepsi arayış tır arayış yaparsın yapar kendi çapında...
YOK'' tek eşlilik ''YOK

Av. Dr. Fatma Başterzi

Bir hukukçu ve kadın olarak tek eşlilikle ilgili düşüncelerimi isteyen mail geldiğinde bir an durdum, söylenecek çok şey var diye. Ama nereden başlamalıydım?  Tesadüfen bir hocamla yemek yerken gelen mesajı hocamla paylaşınca konunun istihdam boyutuna bakmamı önerdi.
İstihdam da nereden çıktı demeyin.
Neredeyse 15 yıla yakın bir süredir iş ve sosyal güvenlik hukuku ile ilgileniyorum ve çok uzun süre işveren konfederasyonunda kadın konuları ile ilgilendim, yazılar yazdım. Doktora tezim de dahil, Umumi Hıfzısıhha Kanununda belirtilen “umumi kadınlar” ın sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmasının önemini vurguladım. Ancak istihdam boyutuna eğilmedim.
Şimdiye kadar tek eşliliği değil de çok eşliliği “tercih eden” “erkekler” in umumi evlere giderek ödedikleri ücret karşılığı aldıkları hizmeti, bu çok eşlilik “kurumu” ile birlikte karşılığı olmayan bir istihdam biçimine dönüştürdüklerini ne yazık ki şimdi düşünmeye başladım. Nasıl mı? Yasal eş erkeği mutlu etmez ya da yetmez, sonra ikinci gelir, o da mutlu etmez ya da yetmez diğer kadın gelir. Bu çok eşliliğe izin veren de diğer bir erkektir.
İşte bu kadınlar “kadının insan haklarını” bütünüyle zedeleyen, ortadan kaldıran erkekler tarafından “zorla” çalıştırılırlar, istihdam edilirler. Bunu önlemek kadının “kadın haklarının” değil, “insan haklarının” olduğunun kadın, erkek tüm topluma öğretilmesi ile sağlanabilir.
(Size traji komik bir anekdot: Toplu iş sözleşmelerinde, örneğin doğum yardımında, yardımın sendika üyesinin “yasal eşine” yapılacağının açıkça yazıldığını biliyor musunuz?
 Ali Uğur ALTINOK (Tasavvuf Müziği Sanatçısı)

Evlendik, bir süre geçti, bundan da sıkıldık, gözünün üstünde kaş var bahisleri açıldı. Daha da önemlisi saha dışında yedekte bekleyen bir sürü oyuncu var ve belki de bunlar eş dediğimiz insandan her yönden daha iyi, belki de onlara da şans verilmeli değil mi? Sorular, acabalar... kavgalar oldu falan filan ama ne oldu peki o aşk ve bağlılık sözü? Hani "Leyla bile senin gibi bakmadı Mecnun'a" benzetmeleri...
 Şimdilerde herkes de olan ve elden düşmeyen bir makine var ya hani adına bilgisayar dediğimiz. Hani o bile kendini belli sürelerde yeniler, korur ya,,,  :-)  Ama biz bunu yapamayız genelde...  İşte asıl mesele bu esnada başlıyor olsa gerek; yenilenmek yani eğitim...

Eğitim, malumunuz sadece okuma yazma ile olmuyor. Nice cahil dediğimiz güruh var ki, önlerinde eğilesi bir durum söz konusu. Çocukluktan itibaren görerek, anlamak ile idrak etmenin arasındaki farkı öğreniyorsun, gelişiyorsun. Sevgiyi; algılayabildiğin kadarı ile, idrak edebildiğince, güzel insan oluyorsun. Çünkü her şeyin başı sevgi. İnancın bile sevgi olmazsa boşa. İşte bence buradan hareketle idrak edebilme, varlığının farkında olabilme, neye hizmet ettiğini, niçin dünyada olduğunu, her parmak izinin farklılığı gibi senin ne farkın olduğu, nelere sahip olduğun, nelerle yetindiğin gibi erdemleri öğrenmek ile başlıyor asıl anlamlar. Ama en önemlisi sen sevgiyi nasıl algılıyorsun? 
Şimdi bütün bu erdemler ve donanımlar ile, "aile" hayatını yaşayan bir kişi, sorunlar ile yaşasa da (sorunsuz bir aile yaşantısı yok zaten), olumsuzlukların içinde kalsa da ne olduğunun bilincinde ve bütün bunların bir imtihan olduğunu düşünse, bilinçli yanlış yapma olasılığı az olur bence. Dediğim gibi hele birde çocuk sahibi olup da, aynada kendini görür gibi onda kendini fark ederse, sevginin nimet ve lütuf olduğunun farkına varır bence.
Evet ilk zamanlardaki dört eş meselesi nedir denebilir. Ama o çağ incelendiğinde, kadın nüfusunun fazlalığı, kadınların savunmasız, hak ve hürriyetlerinin olmayışı gibi sebepler, çok eşlilik durumlarını yaşatmış elbette. Ama o zamanki durumun nüanslarını iyi irdelemek lazım. Mesela; erkek dört eşine de hakkaniyetli davranırmış. Eşlerin tümümün birbirinden her şekilde rızaları olurmuş gibi... Günümüzde hala bu eskiden böyle olurdu diye tekrar olsun demek cehaletin büyüğüdür bence. Çünkü, paylaşım ve adalet duygularımız artık o dönemin gereği gibi değil. Dört kadına da eşit uzaklıkta olup da dördününde rızasının olması artık zor. Arsızlık etmenin açılımı haline sokmamak lazım bunu.
Birde şöyle düşünelim mi; tatmin olma duygusu kişiye göre değişir malumunuz. Bir arkadaşım beden eşi olarak çok kişi ile birlikte olduğunu ama neticede bunun asla ruhsal doyum gibi bir sonuca ulaşıp mutluluk vermediğini itiraf etmişti. Karanlıkta herkes birbirine benziyor dedi. Yarın uyandığında biteceğini bildiğin bir anlık zevkin, toplamları bile yetmez o asıl mutluluğa. Canın sıkkın, naz yaptın, aile büyüklerinin sorunları var ya da çocukla bugün sen ilgilen vb. diyemezsin ki dün tanıştığın birine.
Sonuç olarak bence; eş olarak seçim yapmak ne kadar zor olsa da, hem kişisel gurur ve haysiyetin bakımından hem de, karşındakinin hak ve hürriyetleri bakımından, meşru tercihler ile mutlu olunma yolları her zaman ilk tercih olmalıdır. Kaldı ki cinsellik bile öyle ucuz bir şey olmasa gerek. Özel hayat adı üstünde özelliği olan hayattır malum. Bu en özel anı çok kişi ile paylaşmak ne kadar gerçekçi ve doğrudur ki? Evli ol veya olma. Bir sır bile iki kişi dışına taştığında sır olmaktan çıkıyorsa cinsellik daha da özel değil mi dir?
Tabi eğer evliliklerde özellikle, iki tarafta rıza gösterip bu konuda olmaz dediği an gelirse yine medeni bir şekilde eş olma sonlandırılabilir. Ama ister evli olun ister olmayın, sahip olduklarınla mutlu olmayı becerememek veya yalanlarla riyalarla dolu bir hayat tercih etmek aslında uzun vade de bindiğin dalı kesmekle eş değerdir. Dünya aslında çok küçük. Mutlu olabilecek çok nedenler var. Yaradılış gereği eşinizi bulursanız işte o zaman cenneti bu dünyada da yaşamış olursunuz.

Uzman Klinik Psikolog İlknur Yılmaz
İnsan biyo-psiko-sosyal varlıktır. Bu nedenle, her olguyu sadece biyolojik açıdan değerlendirmek oldukça indirgemeci bir yaklaşımdır ve bize geçerli/güvenilir sonuçlar vermez.  Davranışlarımızı, tutumlarımızı sadece biyolojik faktörler belirlemez.  İçsel dürtüleri psikolojik ve sosyal faktörlerle birlikte değerlendirmek gerekir. Örneğin herkesin içinde seks dürtüsü vardır ancak, kimse sokakta çekici görünen birisiyle hemen orada seks yapmaz!  Ya da örneğin, öfke, kızgınlık insana özgü doğal bir duygudur, ama biz öfkemizin bizi götürdüğü yere gitmeyiz!  Tam tersine onu kontrol ederiz, dürtülerimize göre yaşamayı değil, dürtülerimizi uygun durumlarda, koşullarda ve biçimlerde dışa vurmayı seçeriz.  Bu bağlamda, tek eşlilik- çok eşlilik kavramlarını tartışırken, dürtülerimizi ya da evrimleşme sürecinin başındaki atalarımızın hayatlarını referans almak ve sanki bize hayatın ve insan olmaya dair olguların sırrını bunlar verecekmiş gibi, en doğru yanıtlar burada saklıymış gibi bir düşünceyi benimsemek büyük bir muhakeme hatasıdır.  Tek eşlilik doğaya aykırı mıdır sorusu yerine, bugünkü insanın durumuna, tercihlerine, seçimlerine, motivasyonuna, tutumuna bakarak, bugün yaşayan insanın öncelikli ihtiyacı nedir diye sormak daha rasyoneldir.  Evrimleşme sürecinde, yüzyıllar geçtikçe, insan da, bir zamanlar onun için bir zamanlar fonksiyonel olan, onu mutlu eden davranışları da değişmiştir. Tarihsel olarak her dönemin farklı atmosferi, buna bağlı olarak değişen değerleri ve mutluluk tanımları vardır.
Psikolojik gelişim açısından baktığımızda insanın anneyle olan ilk ilişkisinde şekillenen bağlanma ihtiyacı ve bunun ne kadar karşılandığı psikolojik sağlıklılık açısından çok önem taşır ve kişinin yetişkinlikte kurduğu ilişkilerinde belirleyici ve önemli bir unsurdur. Bağlanabilen kişiler, yakın ilişkiler kurabilen ve sürdürebilen kişilerdir ve hayatlarında daha stabil, tatmin dolu ve huzurludurlar. Boşanma istatistiklerinin her yıl artmasına rağmen evlilik kurumu yüzyıllardır yıkılmayan kurumlar arasındadır! Bu tesadüfi bir durum olmasa gerek… Kadın ve erkek, boşanmak, ya da hayatını çok eşli yaşamak için evlenmiyorlar.  Aşk, sevgi, bağlılık, aidiyet duygusu, güven, huzur, yol arkadaşı olma gibi kavramlar öncelikli oluyor ve herkes bu duyguları yaşayabileceği tek bir insanla olmayı istiyor.
Buna karşılık, günümüzde çok eşli yaşayan kişilerin yaşamlarına baktığımızda, bu kişilerin çeşitli psikolojik sorunlar geliştirmeye ve depresyona eğilimli olabildiklerini sıklıkla görebilmekteyiz. Yine bu kişilerin ifadelerinde, tatminsizlik ve boşluk hissi tanımlamaları oldukça yaygındır.
Aylin Ayaz YILMAZ, 20.08.2011