Sayfalar

21 Eylül 2011 Çarşamba

TURUNCU DOĞUM GÜNÜ PARTİM

Bugün benim doğum günüm! Dünyanın en mutlu çocuğuyum; nefis bir anne-babam var. Dünyanın en mutlu ablasıyım, harika bir kız kardeşim var. Dünyanın en mutlu kadınıyım; dünyanın en iyi erkeği ile evliyim. Dünyanın en mutlu annesiyim; canım canım bir kızım var. Dünyanın en mutlu arkadaşıyım; çevremde tam benim yüreğimi gören, beni hisseden arkadaşlarım var. Hayatın bana verdiği tüm güzelliklere şükrediyorum. Bu yaşımın bana huzur vermesini diliyorum. DOĞUM GÜNÜM KUTLU OLSUN!

Böyle yazdım facebook profilime. Gerçekten Hindistan gezimizde oradaki insanların yaşam şartlarını görünce yaşadığım hayata şükrettim. Kendimi hem çok iyi hem çok kötü hissettim. Olanca kötü şartlara rağmen yüzlerindeki gülümseme görmeye değer. Tüm fakirliklerine rağmen mütevazı duruşları insanın yüreğini etkiliyor. Canlı müzik performansları kırılan yerlerimi onarıyor. Meditasyon sırasında kendimi çok iyi hissediyorum, inanıyorum ki bu gezi bana çok şey katacak ve bu yaşım farklı bir boyutta geçecek. Artık beni çok ufak şeyler üzemeyecek. Takılmayacağım yani. Yaşadığım her anın tadını çıkarıp mutlu olacağım. Güneşi her gün görmenin kıymetini bileceğim ve her gün şükredeceğim… Yaşamın nedenleriyle zamanımı kirletmeyeceğim. Sadece görüp gülümseyerek ilerleyeceğim. Büyümek istiyorum ilk kez, deli gibi büyümek. Büyük olmak…

Doğum günlerimi çok seviyorum küçüklüğümden beri; bir dolu hediye, bir dolu güzel dilek. Aslında her günümüz yeni bir doğuş, yeni bir heyecan…
Hindistan’da olduğum için kızlar bana sürpriz parti hazırlamışlar. Antalyalı olduğumuz için partinin konseptini turuncu belirlemişler. Kaleiçi, Antalya, Aylin ve TURUNCU demişler. Bir dolu sevimli kavanozlar, kumaşlar, ipler, nazar boncukları alıp, turunç reçelli dünya sevimlisi kavanozlar hazırlamışlar. Benim Kaleiçi’nde çok sevdiğim mekân Puding Suite’i ayarlamışlar. Zarif sahibesi arkadaşımız İzim onlara yardımcı olmuş ve tam istedikleri menüyü oluşturmuşlar. Tam benlik, İtalyan mutfağı… Misafirleri davet etmişler…
Puding Suit bahçesinden içeri girer girmez hayran kaldım her şeye. Buranın enerjisi bana acayip iyi geliyor. Sanırım İzim’in etkisi de büyük. Herkes birbirinden şık ve samimi… Keyifli sohbetimiz bitmiyor. Sanki bulutların üstündeyim, mutlu mutlu gülümsüyorum. Dedim ya bu yaş nefis geliyor. Sonra pastam geliyor. Sanat eseri. Dilhun’un doktor değil de pastacı olması için yalvarıyoruz. Turuncu bir pasta, detay süslemeler ve lezzet. Kesmeye kıyamıyorum. Kızlar nasıl emek harcamışlar, görmeye değer.
Bugün sabah uyandım, kavanozlara baktım, dünü düşündüm ve bu kez facebook profilime şöyle yazdım;
Şimdi ben dün çok şımartıldım, tüm mesajlar nefisti. TURUNCU sürpriz doğum günü partim nefisti, tam benlik. Parti için Emine Türkgeldi, Sibel Lambaoğlu, Dilhun Şahin Ateş'e çokkk teşekkür ediyorum. Yine gelen misafirler için yapılan hediye, turunç reçelleri nefisti. Pastamı Dilhun yapmıştı, sanat eseriydi. Turuncu pastam... PUDİNG Suite ve nefis misafirperverliği için İzim İpekoğlu Oray'a çok teşekkür ederim. Hımmm bu arada parti için saçlarımı tam istediğim gibi yapan Kuaför Fahrettin Sadi Günaydın arkadaşıma, makyajım için Sebahat Kılıçoğlu aşkıma çok teşekkür ediyorum. Hediyelerrr kısmı nefisti. Bu yılın en anlamlı ve güzel hediyesi Su'dan geldi. Tam 13 tane mektup, 13 yıllık birlikteliğimiz için, 13 farklı içerikli, 13 ağlamalık mektup... Şükürler olsun binlerce kereee, her şey için... İyi ki doğmuşum!

18 Eylül 2011 Pazar

YERYÜZÜNDEKİ SON AŞK/PERFECT SENSE

                   YERYÜZÜNDEKİ SON AŞK

Duyularımız olmasa ne olurdu? Tadamasak, koklayamasak, duyamasak ya da göremesek… Aşk, hep galip gelir miydi bu hayat denen savaşta? Hep sever miydik, sarılır mıydık sımsıkı?

16 Eylül 2011 Cuma

48. ALTIN PORTAKAL EN İYİ FİLM ADAYLARI AÇIKLANDI!

              
             48. ALTIN PORTAKAL EN İYİ FİLM ADAYLARI AÇIKLANDI!

Her yıl Antalya’da gerçekleşen Altın Portakal Film Festivali’ne günler kala, En İyi  Film adayları belirlendi. 45 film arasından 13 filmi seçen Ön Jüri birçok ünlü isimden oluşuyordu. Ön Jüri Üyeleri: Mahinur Ergun (yönetmen), Fide Motan (yönetmen), İlksen Başarır (yönetmen), Selda Çiçek (yönetmen-sanat yönetmeni), Prof. Dr. Ruken Öztürk (akademisyen), Ayşegül Çetin (yapımcı), Tuba Büyüküstün (oyuncu), Beste Bereket (oyuncu) ve Nil Kural. (sinema eleştirmeni)

14 Eylül 2011 Çarşamba

OLIVIA WILDE


                                        OLIVIA WILDE

Olivia Wilde, bu hafta vizyona girecek olan Cowboys & Aliens filminde Ella olarak karşımıza çıkıyor. Filmi yaklaşık olarak bir ay önce izlediğim halde hala oyunculuğu aklımda kaldı. Gayet başarılı bir performans sergilemiş bence.


Olivia’yı ilk Tron Efsanesi’nde Quorra rolünde izlemiştim ve çok beğenmiştim. Onu daha başka filmlerde görmekten mutlu oldum. Güzelliğine zaten lafım yok…

Filmografi:

 *Beter Living Through Chemistry (2013)

*The Only Living Boy in New York (2013)

*Oblivion (2012)

*Lovelace (2012)

*The Words (2012)

*Blackbird (2012)

*Welcome to People (2012)

* In Time (2011)

*House M.D (2007-2011) (Dizi)

*Kovboylar ve Uzaylılar (2011)

*Hayat Sana Güzel (2011)

*Kaçış Planı (2010)

*Tron: Efsanesi (2010)

12 Eylül 2011 Pazartesi

HUZUR İÇİNDE YAT ANDY!/R.I.P ANDY!

                               HUZUR İÇİNDE YAT ANDY!
Bir sonbahar günü, üzücü bir sonbahar günü… Dünya ağlıyor, bir ışığını daha kaybettiği için ağlıyor. Çünkü Andy Whitfield’ı kaybetti dünya.
Çoğumuz onu Spartacus dizisinden tanıyorduk. Aslında Spartacus’a benziyordu, o da gerçek bir savaşçıydı. 1.5 yıldır savaşıyordu, belki arenadaki gibi değildi savaşı; ancak kesinlikle daha zorluydu. En zor zamanda bile gülümsedi, en karanlık günde bile sanki gökyüzündeki en parlak yıldız gibi ışıldadı…

1972 doğumlu olan Whitfield’ın eşi Vashti Whitfield ile iki çocuğu vardı. Whitfield, son zamanlarda başarısından da söz ettiriyordu.
Filmografi:
*Spartacus: Blood and Sand (2010) (Dizi)
*The Clinic/Klinik (2009)
*McLeod's Daughters (2008) (Dizi)
*Packed to the Rafters (2008) (Dizi)
*The Strip (2008) (Dizi)
*Gabriel (2007)
*All Saints (2004) (Dizi)
            Spartacus’ün efsanesi kanla yazılır; ancak Andy Whitfield’ın efsanesi onun başarılarıyla yazıldı. O mavi gözler dünyaya kapandı; ancak daima hatırlanmaya devam edecek…
-Su Yılmaz-
                                    REST IN PEACE ANDY!

            A fall day, a sad fall day… The world’s crying, crying because of losing a bright person. Because it has lost Andy Whitfield!
            Most of us knew him from the hit TV serie, Spartacus. Actually he was just like Spartacus, he was also a true fighter. He was fighting about 1.5 years, well his fight wasn’t like the one he did at arena, but it was absolutely much more difficult. But even at the hardest time he smiled, even at the darkest hour he shone like the brightest star in the sky…

            Whitfield (born in 1972) had two kids with his wife, Vashti Whitfield. People were talking about Whitfield because of his huge success.
Filmography:
*Spartacus: Blood and Sand (2010) (TV Series)
*The Clinic (2009)
*McLeod's Daughters (2008) (TV Series)
*Packed to the Rafters (2008) (TV Series)
*The Strip (2008) (TV Series)
*Gabriel (2007)
*All Saints (2004) (TV Series)
            Spartacus’ destiny was written in blood; but Andy Whitfield’s destiny was written in his success. The bluest eyes have opened; but nobody’s gonna forget him…
-Su Yilmaz-

ALİ CEM ÖZDEMİR/HAYALPEREST

Kitap kurdu olduğumu bilen arkadaşlarımdan biri önerdi şimdi anlatacağım kitabı. Okuma listeme almıştım. O gün gittiğim kitapçıda kıztoşum uyardı; anne sana önerilen kitap diye. Hemen aldım ve iki gün içinde bitirdim kitabı.
Hayalperest…
Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor;
Mutluluğun sırrı soru sormamaktan geçer.
Hasan’ın talihsizliği( bence talihi) bunu bilmiyor olmasıydı. Basit bir soruydu sorduğu:
“Bana söylemek istediğin bir şey var mı?”
Alacağı cevaplara dayanabilecek kadar güçlü değildi. Hayatı birkaç dakikada tamamen değişecek, bilmediği, tanımadığı bir yerde gözlerini açtığında neler olduğunu tam olarak hatırlayamayacaktı.
Bir kaçış, bir kayık, iki kahraman (bence çok kahraman)…
Hayaller, dostluk ve dünyayı değiştirmek üzerine unutulmaz bir hikâye…
Kitap ve öykü içine çekiyor sizi. Tanımlamalar nefis.
Hasan gerçeğin peşinden giden kahramanımız, tüm isteği yenilik olan, sistemi sorgulayan; Sinan artık görmeye alıştığımız akademisyen; Arzu tıkanmış bir birliktelikte çırpınan Hasan’ın eşi; Ali hoca Hasan’ın kaçış noktası. Kayıkçı son dönemlerde her hikâyede rastladığımız bilge kişilik. Yasemin ve Evren Hasan’ın çıkmazında, sorgulamalarında ki yeni kahramanları. Ahmet çocuğu olmadığı için deliren polis memuru. Bu benim etkilendiğim karakter. Mesleki anlamda hep söylediğim bir şey. Sadece kadınlar değil, erkekler de şiddetle çocuk ister. Kansas State Üniversitesi’nin 10 yıllık bir araştırması sonucu da bunu destekliyor. Neyse bu ayrıntıdan sonra kitabın kahramanlarına dönersem; bu akıl hastanesi anı ve o anın fotoğraflanması ve sloganlarının yazması nefis kurgulanmış kitapta.
Kitaptan beğendiğim bölümleri yazmak istiyorum. Okuyunca niye sevdiğimi anlayacağınız…
Huzur tüm güzel duyguların başlangıcıydı. Doğru bildiklerini söylemenin bedeli bazen büyük oluyordu. Mezarlığın garip tarafı ise inançlarında yarattığı zayıflıktı.
Kürekler suya her dalışlarında hayatla olan mücadelenin en tatlı sesini çıkarıyorlardı. İleriye gidebilmek için önce kürekleri geriye itip sonra tüm gücünle kendine doğru çekmen gerekiyordu. İnsanı, hayat denen şeyin ne olabileceğini anlamak ve bunu tasarlanmış, diretilmiş bir sistemin içinde yapmak fazlasıyla zordu. Çözüm bulamamak, heyecanını yitirmek o kadar sıradandı. Deniz insanın dalaşamayacağı kadar güçlüydü. Kuralları tartışılamayacak kadar kesindi.
Tek yaptığı kendi yaşadıklarından ve öğrendiklerinden yola çıkarak, insanları alıştıkları yaşamdan uzaklaştırıp bir başka hayatın varlığını göstermeye çalışmaktı…
Küçücük bir cesaretin dünyayı ne kadar çok değiştireceğini biliyordu…
İnsanların endişe duymadan birbirine selam vermeleri, günaydın demeleri kadar huzur veren ne olabilir?
İnsanların söylemek istediği ne çok şey vardı. Fark edilmek, anlaşılmak, sahiplenilmek istiyorlardı.
Daha fazlası için bu sürükleyici, keyifli kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. İyi okumalar… Kitapsız bir gün geçirmemek dileğiyle…





11 Eylül 2011 Pazar

11 EYLÜL İKİZ KULELER

Bugün 11 Eylül, Amerika New York İkiz Kuleler’in yıkılmasının üzerinden on yıl geçmiş. Bu yaz NY’da her gidişimde olduğu gibi İkiz Kuleler’in inşaatına gittim. Yerine yapılan bina o kadar hoşuma gitmedi ve anlamadım. Ground Zero’da Dünya Ticaret Merkezi’nin yeni sembolü büyük bir bina. Yanlarında daha küçükleri, saldırıda yıkılan iki binanın yerine iki dev anma havuzları yapılıyor. Bu havuzların duvarlarından şelale şeklinde sular akıyor ve ölenlerin isimleri yazıyor bu duvarlarda. Biraz ilerisinde anma müzesi var. Havuzlar yukarıdan bakınca kocaman birer kara delik, terörün açtığı kocaman bir kara delik… Aslında ben bu enkaz ve yapılan inşaatlara bakınca neden sevemediğimi neden acı çektiğimi anladım. Acımasız insanlık… Saçma sapan çıkarlar ve devlet politikaları yüzünden ölen binlerce masum insan. Acı veriyor yüreğime. Bu binaları yok saymak istiyor yüreğim, tekrar yükselip, tekrar müzeler falan yapılıp ticari şeylere dökülmesi yıpratıyor beni. Tabii yok saymak olayları çözmüyor ve hayat devam ediyor. Bu binalar hakkında ayrıntılı bilgi almak için www.WTCProgress.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.

10 yıl önce olay yaşandığı anda Türkiye’de ekrana kilitlenmiştim. Tam o gün NY’da kongrem vardı ve bir biçimde gidememiştim ama en yakın arkadaşlarımdan biri oradaydı. Şok olmuştum. Gidemeyişim ve arkadaşıma ulaşamayışım. Arkadaşım dönünce hala o olayı anlatır bize. NY öldü… Işıklarla beslenen NY’da ışıkları kapattığınız anda binalar ürkütücü olduğu için ölü bir şehirdi. Hele böyle büyük bir olay şehre korku, panik salmıştı. Hatta dünyaya… Bizler artık eskisi gibi elimizi kolumuzu sallayarak, uçağa binemez olduk. Bin bir türlü güvenlik önlemiyle dolaşır olduk. Korku imparatorluğu gölge gibi ensemizde artık ne dersek diyelim. Öbürünün elindeki paket, berikinin bakışları falan filan. Etnik kökenlerimiz, tipimiz bizleri potansiyel suçlu haline getirdi. Oysa kardeştik biz ne güzel…

Amerika bu on yılda kendi eksiklerini görüp geliştirdi. Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazılarından öğrendiğime göre; özellikle itfaiye verdiği çok kayıplarda teknolojisinin eksikliğini gördü ve geliştirdi. Helikopteri var artık itfaiyenin. CIA’in de operasyonel faaliyetlerinde köklü değişikler olduğunu öğreniyoruz Özkök’ten.

“Newsweek” dergisi, “Eğer 11 Eylül olmasaydı bugün Amerika halkının düşüncesinde neler farklı olabilirdi” diye bir soru sormuş.
 Savunmaya daha çok bütçe ayrılmalı diyenlerin oranı bu ankette yüzde 30’lardan yüzde 26’ya düşmüş. Terörü önleyeceğiz diye sonuçta Amerika halkının hak ve özgürlükleri ihlal ediliyor tabii.
Annemin yazısına ben de ekleme yapmak istiyorum. Sinema denilince hemen bir şeyler eklerim. 10 yıl önce bugün binlerce masum insan hayatını kaybetti. Hepsinin birer hayalleri vardı, birçoğununki de filme ve kitaba aktarıldı. Bunlardan birkaçı:
1)    World Trade Center/Dünya Ticaret Merkezi (2006): Oliver Stone imzalı filmde 11 Eylül döneminde iki polis, McLoughlin ile Jimeno İkiz Kuleler yıkıldığında hayatta kalmayı başarmışlardır; ancak kuleler çöktükten sonra altında kalırlar. Kalan 12 saatte de kendi hayatları hakkında konuşmaya başlarlar, onlar için mücadele başlamıştır.

2)    Remember Me/Beni Unutma (2010): Bu filmi 11 Eylül filmi gibi değerlendirmek yanlış olur, 11 Eylül’den parçalar taşıyor dersek daha uygun olur bence. Tyler ile Ally’nin yaşadıkları zorluklar ve üzüntülü olaylardan sonra birbirleriyle karşılaşmaları ve âşık olmaları onlar için artık en mutlu olaydır. Bu aşk, hayatlarındaki anlamı keşfetmelerini sağlar.

3)    11’09”01-September 11(2002): Filmde dünyanın farklı yerlerinden 11 Eylül’ün yarattığı etki anlatılıyor. Böyle bir olay oldu; fakat bizim bakışımız ne? Sean Penn’in de senaryoya katkıda bulunduğu filmin 11 yönetmeni var.
Umarız ki artık devlet politikaları yüzünden binlerce ve hatta milyonlarca masum insan hayatını kaybetmez…

Saygılar,

Aylin& Su Yılmaz


7 Eylül 2011 Çarşamba

KUZEY GÜNEY

                                          KUZEY GÜNEY
Su Yılmaz’dan…
Heyecanla televizyonu açıyorum, bildiğimiz gibi bugün Kuzey Güney dizisi başladı. Bir yıl aradan sonra tekrar dizilere dönen Kıvanç Tatlıtuğ başrolde olunca annem, izlemez mi? Ben de “abartılmış” olduğunu düşünüyordum, Behlül diye tepemize çıkartmayalım gibi düşünceler beynimde dolaşıyordu. Lakin yanılmışım… Dizi, müthiş bir jenerikle başlıyor, biraz Ezel’i anımsatıyor bana. Toygar Işıklı imzalı…

Dizinin özeti ise şu: Kuzey ile Güney birbirinin tam zıttı iki kardeşlerdir. Kuzey, çoğu zaman kendisine “yamuk” yapanlarla kavga eden, sokakta abilik taslayan bir gençtir. Güney ise üniversiteye girmeye hazırlanan başarılı biridir. İkisinin de ortak noktası mahallelerinde yaşayan Cemre’dir. İkisinin düşman olmasının da sebebidir belki de. Kuzey, bir adama arabayla çarptığı gerekçesiyle 4 yıl hapiste yatar. 4 yıl boyunca değişmiş; ancak hala aynı sertlikte kalmıştır.
Dizi böyle bir senaryoya sahip işte. Bana ilk öğrendiğimde ilginç gelmişti. Aslında biraz bilindik, iki kardeş aynı kıza aşık oluyor. Rekabet başlıyor gibisinden; fakat işin asıl önemi detaylarda bence.
Yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin’in yaptığı dizinin senaristleri ise Melek Gençoğlu ve Ece Yörenç. Başrollerde ise Kıvanç Tatlıtuğ (Kuzey), Buğra Gülsoy (Güney), Öykü Karayel (Cemre), Bade İşçil (Banu), Rıza Kocaoğlu (Ali), Semra Dinçer (Handan Tekinoğlu), Mustafa Avkıran (Sami Tekinoğlu), Ünal Silver (Attila Sinaner), Onur Öztürk (Barış Hakmen) ve Zerrin Tekindor (Gülten Çayak) yer alıyor.
(Soldan sağa kadro) Bade İşçil, Kıvanç Tatlıtuğ, Öykü Karayel, Buğra Gülsoy

Şimdi yanıldığım konuya gelelim. Kıvanç Tatlıtuğ’u “iyi” bir oyuncu olarak görmezdim aslında. Reklamlarda falan görünce de sırf yakışıklı diye meşhur oluyor gibisinden yorumlar yapıyordum. Annemin de büyük bir hayranı olduğunu görünce, adam akıllı bir izleyeyim dedim. Gerçekten, kelimenin tam anlamıyla etkilendim. Cemre’yi ağabeyi Güney’le gördüğü andaki hüznü ile babasının annesine tokat attığı andaki nefreti öyle güzel yansıtmış ki… Başarılıydı anlayacağınız. Beni de yanıltmayı başardı. Kendisini gerçekten kutluyorum.
Fatmagül’ün Suçu Ne?’deki melankolik Vural rolüyle izlediğimiz Buğra Gülsoy ise Kuzey’in zıttı kardeşi Güney’i canlandırıyor. Mimiklerini yerinde kullanabilen ve gayet doğal oynadığı için beğendiğim bir oyuncu. Güney’in sakinliğini; ancak sakladığı sır nedeniyle yaşadığı tedirginliği çok güzel tanımlıyor.
Güney Tekinoğlu rolünde Buğra Gülsoy!

İki kardeşin de aşık olduğu Cemre’yi ise Öykü Karayel canlandırıyor. Aslında itiraf ediyorum, Cemre en alışamadığım karakter. Nedense bir gariplik seziyorum; ancak Öykü Karayel’i ise bu dizide tanıma şansı bulduğum için çok mutluyum. Karakterine –tabiri caizse- cuk oturmuş. İlk dizisinde yer aldığı halde (ki daha önceden tiyatroda başarı göstermişti) televizyona yakışmış; ancak dediğim gibi favorilerim arasına giremedi maalesef.
Cemre rolünde Öykü Karayel

Gelelim dizideki favori oyuncularıma… Rıza Kocaoğlu ile Bade İşçil. Rıza Kocaoğlu, Kuzey’in en yakın arkadaşı Ali’yi canlandırıyor ve diyebileceğim tek şey “Yok böyle bir şey ya.” oluyor. Açılışı pazar sahnesinde iç çamaşırı satarken yapıyor ve o sahneden itibaren “Tamam” diyorum. Artık kesinlikle favorilerim arasında.
Rıza Kocaoğlu!

Bade’ye gelince… Tam bir asalet! Ezel’de de beğenerek izlediğim bir oyuncuydu zaten. Gerek güzelliğiyle gerekse karakterine uyumuyla harikaydı. Banu karakterine tam anlamıyla bürünmüş, elbisesi de müthişti. Hele babasının hediye ettiği mücevher…
Bade İşçil!!

Sözü çok uzatmadan (ki öyle yaptım maalesef), dizinin gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Sanırım oyuncuların da payı büyük; ancak unutmayalım ki senaristler (Melek Gençoğlu-Ece Yörenç) de iyi iş çıkarmışlar. Umarım ileriki bölümlerde de aynı zevki vermeye devam eder.
Diziyi her Çarşamba kanal d'de izleyebilirsiniz.
Teşekkürler…
-Su Yılmaz-
Annem için!

LOIS LOWRY NUMBER THE STARS

The cover of the book
                                   NUMBER THE STARS
       By Su Yilmaz
…“Your names?” the officer barked.
“Annemarie Johansen. And this is my sister-”
“Quiet! Let her speak for herself. Your name?” He was glaring at Ellen.
Ellen swallowed. “Lise,” she said, and cleared her throat. “Lise Johansen.”
            Annemarie and Ellen are best friends who live in Copenhagen in 1943. They were having fun with Annemarie’s little sister Kirsti. But things were about to change from that moment. Nazis have arrived to Copenhagen and they weren’t gonna stop. Ellen’s family had to leave just because they’re “Jewish” people. Annemarie also had to risk her life for her friendship. Is she gonna be able to see Ellen again?
            The book’s written by Lois Lowry. He’s received the Newberry Medal for “Number the Stars” and “The Giver.” I think it was very well-written. It’s actually about the courage, friendship and hard times.
Lois Lowry

            Like i said before (and i’ll also say it now) judging people by their nationality is nothing but immaturity. No one chooses who you are, which family he or she has, which color of eyes he or she has or we can example lot more. We only choose what we can do in our lives and only the time is equal for everyone.
            And i can really say i’ve liked the book. Thanks Lois Lowry for this awesome book, for making me cry silently, for using the words like gems!
-Su Yilmaz-

4 Eylül 2011 Pazar

ALTIN KOZA HEYECANI BAŞLIYOR!

           
Bu yıl 18. yapılacak olan Altın Koza Film Festivali, 17 Eylül’de başlıyor. 25’ine kadar sürecek olan festivalin bu yılki jüri başkanı yönetmen Derviş Zaim.  “Nokta”, “Tabutta Röveşata” ve “Gölgeler ve Suretler” gibi yapımlara imza atan yönetmenin yanındaki jüri üyeleri ise Beste Bereket, Selim Demirdelen, Bülent Vardar, Ebru Ceylan, Yekta Kopan ve Taner Birsel.
Derviş Zaim

Altın Koza’nın yanında SİYAD ödülleri de verilecek. Jüri üyesi ise Murat Emir Eren,  Selin Sevinç ve Talip Ertürk.
Kaybedenler Kulübü

İşte 18. Altın Koza Film Festivali’nde Yarışacak Filmler:
* Aşk ve Devrim (Yön. Serkan Acar)
* Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi (Yön. Onur Ünlü)
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi

* Mar (Yön. Caner Erzincan)
* Beni Sev (Yön. Ali Özgentürk)
* Eylül (Yön. Cemil Ağacıkoğlı)
* Kaybedenler Kulübü (Yön. Tolga Örnek)
* Gelecek Uzun Sürer (Yön. Özcan Alper)
* Memleket Meselesi (Yön. İsa Yıldız, Murat Onbul)
Memleket Meselesi

* Kadife/Büyük Ana (Yön. Erdoğan Kar)
* Simurg (Yön. Ruhi Karadağ)
* Saklı Hayatlar (Yön. A. Haluk Ünal)
Saklı Hayatlar

* Vücut (Yön. Mustafa Nuri)
* Yurt (Yön. Muzaffer Özdemir)
* Türk Pasaportu (Yön. Burak Cem Arlıel)
                Bu sene de büyük bir heyecanla sürecek olan festivali sabırsızlıkla bekliyoruz.
-Su Yılmaz-
Beni Sev

3 Eylül 2011 Cumartesi

YEŞİL FENER 3D/GREEN LANTERN 3D

                                   YEŞİL FENER 3D
Hal Jordan, babası gibi bir test pilotudur. Babasını küçük yaşta bir kazadan dolayı kaybetmiştir. Bir gün, galaksiler arasındaki barışı korumak için seçilir ve yeşil bir yüzük sayesinde süper güçlere sahip olur. Artık o Yeşil Fener’dir!
Ryan Reynolds'ı Hal Jordan rolünde izliyoruz.

            Filmin yönetmeni Martin Campbell’dir. (Zorro, Casino Royale) Başrollerde ise Ryan Reynolds (The Change-Up, Teklif), Blake Lively (Gossip Girl, Hırsızlar Şehri), Peter Saarsgard (Evdeki Düşman, Aşk Dersi), Mark Strong (Sherlock Holmes, Kick-Ass) ve usta oyuncu Tim Robbins (Esaretin Bedeli, Sihirli Şehir) yer alıyor.
Ryan Reynolds ve Blake Lively


               Bu film de bir çizgi roman uyarlaması; fakat bu sefer Marvel’ın değil D.C Comics’in bir karakteri. Superman, Batman gibi karakterlerin yaratıcısı olan D.C Comics aslında Marvel’ın rakibi diyebiliriz. Peki, sizce hangisi daha başarılı yapımlara imza atıyor? Bana sorarsanız cevabım Marvel olur. Ben de şu anda bloğumuzda Marvel mı DC Comics mi diye bir oylama başlatıyorum. Bakalım hangisini seçeceksiniz.

            Geri dönelim filme… Bence film idare ederdi denilebilir. Çoğu süper kahraman filmiyle karşılaştırırsak o kadar hayretle izlemedim; ancak görsel efektleri güzeldi. Oyuncu performanslarından ise en çok Peter Sarsgaard’ınkini beğendim, gayet başarılıydı.
            İyi seyirler dilerim…
-Su Yılmaz-

                                   GREEN LANTERN 3D
            Hal Jordan’s a test pilot just like his father. He’s lost his father because of an accident. One day, he’s chosen to keep peace within the universe and the galaxies and he’s got super Powers with a green ring. He becomes Green Lantern now!
Ryan Reynolds as Hal Jordan

            Movie’s directed by Martin Campbell. (Zorro, Casino Royale) Starring Ryan Reynolds (The Change-Up, The Proposal), Blake Lively (Gossip Girl, The Town), Peter Saarsgard (Orphan, An Education), Mark Strong (Sherlock Holmes, Kick-Ass) ve the master Tim Robbins (The Shawshank Redemption, The City of Ember).
Tim Robbins

            This movie’s also based on a comic; but this time it’s not Marvel, it’s D.C Comics. We can also say that D.C Comics -which created characters like Superman, Batman- is the competitor of Marvel. So, which one do you think is better than the other one? In my opinion, it’s Marvel. And from this moment i’m starting a poll in my blog and it’s like “Marvel or D.C Comics.” I’m wondering about the results!

            Let’s get back to the movie… I think it was ok but not so awesome. Comparing with another super heroes, it wasn’t soo exciting but it makes you wonder about the end and visual efects were great. I’ve liked Peter Sarsgaard in the movie and he was extremely successfull.
Have FUN!
-Su Yilmaz-
(From left to right) Peter Sarsgaard, Blake Lively, Ryan Reynolds and Mark Strong

2 Eylül 2011 Cuma

Ben Seni Bin Kere Sevdim…


Doğduğunda
Kokunu sevdim
1 yaşında
Parmağını kırmızı kalemle çizip sana Aaa Su noldu buraya? diye mahsus sorduğumda Acıyoo diye numaradan ağlamaya başladığında,
2 yaşında
Oyuncağının müziğini duyunca ağladığında, Pokemon’a “Mokeman” dediğinde,
3 yaşında
“Ömrümde böyle bir şey görmedim” dediğinde,
4 yaşında
Arkadaşın arabaya “alaba” deyince “alaba değil ayaba” dediğinde,
5 yaşında
Yaramazlık yaptığında “annecim, annecim!” dedim diye bana küstüğünde,
6 yaşında
Baban sana kızıp bağırdığında “Baba, konuşarak her şeyi halledebiliriz” diyerek bize ilk dersini verdiğinde,
7 yaşında
“Anne, babam senin nereni beğenmiş?” diyerek babana olan aşkını belirttiğinde,
8 yaşında
Ben büyüyünce yönetmen olacağım deyip bütün filmlerin oyuncu ve yönetmenlerini ezberlediğinde,
9 yaşında
“Bir şey öğrenmek anahtarı bulmaktır, öğrendiklerini doğru değerlendirmek ise altın kapıyı açmaktır” dediğinde,
10 yaşında
Amerika’da kendime fondöten alırken fiyatını duyunca “Bu paraya ne kadar çok kitap alınır” dediğinde,
11 yaşında
Seninle tarihi olayları konuşurken “Tarihi böyle yorumlayamazsın” dediğinde,
12 yaşında 
İdeallerini, korkularını, kaygılarını, sevinçlerini, heyecanlarını, başarılarını anlattığın sohbetlerinde,
Ben Seni Bin Kere Sevdim…



Ben seni herkesin, her şeyin üstünde sevdim. Seni sen olduğun için sevdim. Sen benim eve dönüşlerimin heyecanı, yaşamımın anlamı oldun. Bana ben olmayı öğrettin. Seni bir kere değil binlerce kere sevdim canım kızım…

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN SU  (AYLİN - SADIK)